Bu gün konumuz “Aşk”. Madem burada insanca duyguları ve onun karmaşasını tartışıyoruz o zaman bir konu başlığı olarak “Aşk” da bu olgulardan biri.
Aşk insanoğlunun yüzyıllardır içinde yıkanmak için delirdiği, o gizemli ırmak olsa da ''Mutlu aşk yoktur'' diyen Aragon, sordurur insana. Aşk bir paradoks mudur ? (Yani zihnimizde doğruluğuna kesin olarak inandığımız bilgilerin, kendi içinde çelişkili olup mantığımıza ters düşmesi durumu. Bir nevi yanılgı .)
İnsanları birbirine bağlayan aşk, bir an gelir nasıl olur da birbirinden ayıran bir duygu haline gelir ? Her dönemde tarafların en büyük problemi bu paradoksu yaşamak olmuştur. Aşk iki kişilik yaşansa da insanın kendi iç sesinin yankısıdır.
Adına savaşlar çıkmış, ağıtlar, türküler, şiirler yazılmış, ama bir türlü sırrı çözülememiştir. Bir kez de biz soralım. Nedir aşk...? Aslında sorunun cevabı pek yok, daha doğrusu çok cevaplı bir soru.... Herkesin “aşk” tanımı birbirinden çok farklı. Her insan aşkı, hayatı algıladığı şekilde tanımlıyor.
Aşık olmak, varlığımızı tekrar belirler. Hayatı daha yoğun bir şekilde yeniden keşfedişimizi sağlar. Ayaklarımız yerden kesilir, zaman ve mekan farklılıkları ortadan kalkar. Eski deyimle başımızda “kavak yelleri” estirir. Duygularımız kontrolümüzden çıkar. Tolstoy , ''insan sayısı kadar akıl varsa, yürek sayısı kadar da aşk vardır'' der. Her aşık farklı bir dil konuşur. Çoğunlukla aşık olduğumuz kişiyi kendimize göre kurgular ve o kurguya aşık oluruz. Ancak aşk, bütün duygusal ihtiyaçlarımızı yeniden belirlerken beklentilerimize uzun süre cevap veremez.
Aşk bir tamamlanmak arayışı olabilir mi..? Kusurlarımızı gidermek ihtiyacı... İnsan kendisinde eksik gördüklerinin sevdiği tarafından tamamlanmasını sever.. Aşık olduğu insan üzerinden kusurlarını düzeltmeye çalışır. Kendimizde bazı eksiklikler olduğunu düşünüyorsak, sevdiğimizi bizi tamamlayacak bir varlık halinde algılarız. En büyük çelişki yani paradoks işte burada başlar. Çünkü aşk hikayemizi bu paradoks üzerine kurarsak sonunun hüsran oluşu kaçınılmaz.
Seviyor, sevmiyor... Ah şu papatya falları...
Her şey çok güzel giderken duygularımız ve mantığımız zamanla çelişmeye başlar. Çoğumuz kurduğumuz diğer ilişkilerimizde akılcı davranabilirken konu aşk olduğunda ne yazık ki bunu beceremeyiz. Öyleyse aşkta aradığımız nedir... ?
Aradığımız elbette mutluluktur ama, istediğimiz şey aslında kusurlarımızın giderilme arzusudur. Oysa ki mutluluk karşımızdaki insanı olduğu gibi kabullenmekle ilgilidir. Bunu yapamazsak , sürekli talepkar isteklerle duygular yıpranmaya başlar.. Bu süreçte doğru davranış biçimleri geliştiremezsek ilişkimizi yönetemeyiz. Yaşam boyu kazandığımız beceriler burada işe yaramaz. İster istemez birlikteliğimiz tükenmeye doğru hızlanır. Kısır bir döngünün içinde bir yandan da kaybetme korkusuyla çırpınır dururuz.
Sevmek güzeldir, ama sevilmek mutluluktur. Başımıza gelen her türlü durum için, insanın doğasında iyi ve kötü tüm hallerin bir arada bulunabileceğini anlamak. Karşımızdaki insandan hiçbir şey istemeyip, verileni olduğu gibi kabul ederken, sevdiğimize de aynısını yapabilmek. Mümkün olduğu kadar sorgulamamak. Sürekli sorgulamak sevgiyi yok eder.
Aşk anlaşılabilir mi...? Tabi ki... Gerçek aşk bir başkasının ruhuyla bütünleşmektir. Bir şeyler almaktan ziyade, bir şeyleri çıkarsızca sunmaktır. Aşkı anlamaya ilişkimizde olgun davranmakla başlayabiliriz ...Peki ya! Olgun davranmak ...? Nedir bu ?
Bu açıkçası bir iletişim becerisidir. Duygulara zarar vermeden çatışmayı etkisiz hale getirmek, empati kurabilmek, zorlukları aşabilmek kısacası ilişkiyi “yönetmek” becerisi. Tarif olarak “duygusal zeka” dediğimiz şey. Aşk iki kişiye yeni bir dünya yaratmaktır. Herkes eski dünyasını olduğu gibi karşıdakinin kabullenmesini beklememelidir. Çünkü genelde ölçüler tutmaz, alışkanlıklar, tepkiler, davranışlar örtüşmez, çatışma da buradan başlar.
Birbirimizin özgürlük alanlarına müdahale etmemek, yıpratıcı davranışlarda bulunmamak... İşte bunları yapabilmek belli bir olgunluk gerektirir. Birbirimize olan sevgimizi sözlerle ölçemeyeceğimiz gibi davranışlarla da ölçemeyiz. Olgun davranabilmek yaş ile ilgili bir olgu da değildir. Arkadaşlarımıza, dostlarımıza gösterdiğimiz hoşgörüyü ondan da esirgememek gerekir.
Arkadaşlarımızla, dostlarımızla ilişkilerimizi olduğu gibi sorgulamadan yürütmeyi nasıl becerebiliyoruz ? Oysa duygusal ilişkilerimizde bunu yapamıyoruz. Neden...?
Aşkın içindeki çelişkili haller küçük çocukların ani tepkilerine benzer. Anlaşılmayı istemek ama bunu becerememek...Kendini ifade edemeyen içinizdeki o küçük çocukla bağ kurun ki, söze dökemediğiniz huzursuzluklarınızı açıklayın. Aşkınızı yaşarken ''hayat onunla çok güzel ama onsuz da güzel'' anlayışıyla kendi dünyanızı oluşturun. İlişkinizi dışarıdan farklı şekillerde kendinize göre besleyin. Kendi dünyası fakir birisi başkasının dünyasını zenginleştiremez. Her durumda göstereceğiniz tepki sadece sevgi olmalıdır. Mutsuz olmak için çabalamayın. Aşkta mutsuzluk yanılgı , ego ve yanlış anlaşılmaların sonucu ortaya çıkan çelişkilerdir.
''Aşk'' olsun efendim... Hayatımızda hep aşk olsun...Aşkla kalın…
Unutmayalım ki, sevgi ruhun varlığıdır. Ruh ise bedenin...