Duyarsız, sorgulamayan, okumayan, futbol takımı parti tutan, ülkedeki gelişmelere ve siyasilerin söylemleri ile yaptıklarına kafa yormayan, seçimlerde verdiğin oy”unun bile bir ‘vebali’ olduğunu düşünmeyen toplum…
Dindarlık konusunda laf ettirmeyen, dini sadece namaz, oruç ve başörtüsü bağlamında gidip gelenler, “kul hakkı” ve Yunus Emre”nin dediği gibi “Bir gönül kırdıysan kıldığın namaz, namaz değildir” sözlerine kulak bile asmaz….
Bakar-kör haline getirildi toplum.
Bakmak için kafamızı bile kaldırmıyoruz. Yani görmek için bakmak gerekiyor. Gördüğümüzde; gördüklerimizi sorgulamamız gerekiyor. Tabi görmek için bakmak gerekiyor ama dikkatli bakmamız gerekiyor. Baktıklarımızı anlayacağız, sorgulayacağız, düşüneceğiz…
Bakmaktan korkar haline geldi toplum. Başını kaldırmadığı için göremiyor..
Oysa, baktığımızda o kadar şey göreceğiz ki:
“Kul hakkını” yiyen, ağzını her açtığında “Gönül kıran” siyasileri göreceğiz, baktığında anlayıp, düşündüğünde; neden bu tip siyasilere oy vermeye devam ettiğini sorgulayabilecek ve oy sorumluluğunu daha iyi anlayacaktır.
Virüsle canları pahası ile mücadele eden ve sürekli toplumu uyaran sağlık emekçilerini görecek anlayacaktır. Başını kaldırıp göremeyenler zaten “maske-mesafe ve hijyeni” uygulaması yapmazlar ve toplumun için “Virüs” gibi gezerler.
Bakıp, anladığımızda; işsizliğin arttığını, enflasyonun yükselmesine rağmen ücretlere, maaşlara yansımadığını, meyve-sebze ile bir fileyi neden doldurmadığını göreceksin… “Dolar’la mı maaş alıyorsunuz, sizi etkilemez” diyerek, döviz ve altın yükselişini yorumlayan ‘Bakan’ı, başınızı kaldırıp, görebilir, sözlerini düşünebilirsiniz…
Yani görmek için bakmamız gerekiyor hem de dikkatli bakmamız ve sorgulamamız gerekiyor.
Yaşamda, o kadar çok şey görmemiz gerekiyor ki; yeter ki düşünelim…
Sadece ekonomik, siyasal anlamda değil, yaşamın diğer alanlarına da başımızı kaldırıp bakıp, görmeliyiz.
Doğayı, çevreyi, ağaçları, çiçekleri, hayvanları, denizi, nehirleri, çöpleri, atıkları, insanlık dışı davranışları,….
Anamızın, babamızın, çocuklarımızın, eşlerimizin, sevdiklerimizin gözlerinin içine dalıp uzun uzun baksak; anlasak.
Uçsuz, bucaksız denizin üzerinde uçan martılara baksak, seslerini anlasak.
Güneşin, doğumu ve batışını bakıp izlesek; şöyle dalıp düşünsek…
Hadi başınızı kaldırın, görün, gördüklerini anlayın, sorgulayın, düşünün…
“Kendi eğri böğrü gövdesinde ipek yapan böcek, denizde yaşayıp da, sürekli suyun üstünde havalara sıçrayan balık ille kelebek olan kurtu” çok sevdiğini vurgulayan; Kazancakis’ın romanı Zorba’da durup dururken kendini rüzgara bırakıp dan eden şarkı söyleyen kahraman gibi….
Haşmet Babaoğlu’nun “Haydi Kıralım Hayallerimizi” kitabını okurken bana düşündürdüklerini sizinle paylaşmak istedim.