Bilimi Tavsiye Eden İslamiyet Geri Kalmışlığın Nedeni Olamaz

Abone Ol

Bilimi Tavsiye Eden İslamiyet Geri Kalmışlığın Nedeni Olamaz

Kur’an-ı Kerim’le gelen ilk emir "İkra" Oku!

“Rabbinin adıyla oku” hitabında okur yazarlıktan öte ilme çağrı vardır. Çünkü ilim öyle bir güç ve değerdir ki; İnsan onun sayesinde meleklere üstün kılınmıştır. İlim, kadın ve erkek herkese farzdır” buyuran Peygamberimiz (s.a.v) de eğitim ve bilimin önemine işaret etmiştir.

İmam Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Allâh’ın Resûlü “Kim bir yol tutup onda ilmi ararsa Allâh ona o vesileyle Cennete giden yolu kolaylaştırır.” ve bir sahabeye "ilim bölümünden bir bölümü öğrenmen sana bin rek’at namaz kılmandan daha hayırlıdır.” dediği rivayet olunur. Zira Yüce Allah insanı ilimle şereflendirmiş ve değerlendirmiştir.  Dinimiz, önce ilim öğrenmeyi, sonra buna uygun iş ve ibadetin Allah rızası için yapılmasını emretmektedir. İslamiyet’i benimseyen kavimlerin ilme yönelmesi beraberinde yükselişi getirmiş Arabistan çöllerinden Endülüs’e kadar yol açmıştır.

Türkler İslamiyet’le tanıştıktan itibaren bilim insanlarına özel önem vermiş askerlikten muaf tutmuş medreseler açarak bilimin yaygınlaşması hedeflenmiştir. Tasavvufa yönelen Türk-İslam alimleri bilgiye erişimin akıl nakil ve ilham(sezgi) yoluyla olabileceğinden hareketle tek rehber olarak Kur'an vahiyleri ışığında bilime yönelmişlerdir. Astronomi ve matematik bilimine yaygın ilgiye neden olan bu yaklaşım bugün bile rehber alınan birçok bilim insanını yetiştirmiştir. 

Mogol saldırıları sırasında birçok bilim adamının katledilmesi ve sonrasında İslam dünyasında saltanat sahiplerinin güç kaybetme korkusu dini yönetim aracı olarak kullanma arzularını ortaya çıkarmış ve din adamları halka, saltanatın uhrevi makam olduğunu biat etmek gerektiğini uhrevi hikâyeler uydurarak toplumu bilimden uzaklaştırırken, aydınlar ile halkın arasını açtılar. Buna din devleti de diyorlar.

Osmanlının da yükseliş döneminde kurulan Şeyhülislamlık makamı XVI yüzyıldan itibaren ilmiye sınıfının da başı olarak devlet yönetiminde söz sahibi olmuş, fetvaları kanun sayılmıştır. Günümüzün Adalet ve Milli Eğitim bakanlıkları ile YÖK ve Diyanet İşleri Başkanlıklarının yetkisine sahip olan Şeyhülislamların fetvaları Padişah buyruğunun bile önüne geçebiliyordu.

İlk Şeyhülislam Molla Fenari ile başlayan aydın Şeyhülislamlar döneminin ardından gelen yobaz softa hatta mason Şeyhülislamlar hurafelerden hareketle Osmanlı İmparatorluğunda bilimsel gelişmenin önünde en büyük engel olmuşlardır. Yaygınlaşmasına ön ayak oldukları softa tekke ve zaviyelerle halk üzerinde dini baskı kurarken İslamiyet ilim, amel ve ihlastan ibaret olduğunu göz ardı etmişler ve gerileme döneminin başlamasında ve çöküşte önemli rol oynamışlardır.  Islahatçı birçok Padişah bu gidişata son vermek için yenilikler yapmaya çalıştı ise de tarikatların teşviki ile hamam tellağından Mısır’da ki Paşa’ya kadar ayaklanma çıkarmışlar, devletin başına türlü gaileler açarlarken bazı Padişahlar baş vermek zorunda kalmışlar.

“Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur.” Mustafa Kemal Atatürk

Hurafelerin bir milleti ne hale getirdiğini bilen Atatürk böyle düşündüğü için Türkiye Cumhuriyetinin yönetim yapısında din ile devlet işlerini ayırmış laiklik ilkesini benimsemiştir ancak Avrupa’nın 300 yıldan fazla zamanda aştığı süreci yeni Türkiye’nin 15 yılda aşması beklenemezdi toplumun zihnine yerleşmiş hurafelerin unutulması için bile birkaç nesil geçmesi gerekiyordu. Her şeye rağmen dini esaslara göre yönetilen diğer İslam ülkeleri ile Türkiye arasındaki gelişmişlik, insani yaşam kalitesi, zihinsel fark ve sosyal hayat Atatürk'ün düşüncelerinin ne kadar isabetli olduğunun göstergesidir.

Sağlıklı günler dileğiyle

Ergün ÇETİN