BTP ile ilgili yazı yazacağım hiç aklıma gelmezdi ama dünkü BTP Genel Kurulu sonrasında birkaç şey yazma ihtiyacı hissettim.
Öncelikle benim yakından takip ettiğim bir parti değil BTP, hatta ilk defa Genel Başkanı Hüseyin Baş’ı dinleme olanağı buldum diyebilirim. Birincisi; genel kurulda yapılan konuşmalar dikkatimi çekti ilk önce; neredeyse tüm genel başkan yardımcıları, akademisyen gibi açıklayıcı ve somut gerçekler üzerinden özellikle ülke ekonomisine ilişkin değerlendirme yapıyor ve çözüm önerileri sunuyorlardı.
Eskimiş, artık karşılığı olmayan klişelerden uzak, gayet coşkulu ve iyi hazırlanılmış metinler vardı. İkinci ilgimi çeken nokta; üye profilinin çeşitliliği oldu, çocuklarıyla gelen annelerden, 15-25 yaş arası heyecanlı gençlere (ki kongre boyunca hiç oturmadılar ayakta dikkatle genel başkanlarını dinleyip, zaman zaman sorularına yanıt verip, karşılıklı konuştular, bolca alkışladılar ve gözlerindeki ışık ve inanç beni gerçekten etkiledi.) şalvarı ile gelmiş emekçi kadınlardan, iş insanlarına, esnafından akademisyenine, öğretmenine çok geniş bir yelpaze vardı. Yanımda oturan iki kadını dinliyordum ara sıra, kadın bir diğerine anlatıyordu; “Bize anlatılan her şeye gözümüz kapalı inanmamalıyız, bize sorunların çözümü zor, biz gidersek ülke mahvolur diyorlar ama öyle değil, milli ekonomi modeli uygulanırsa zaten biz bize yeteriz, büyüyüp güçleniriz” diyordu.
Sonra BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın salona gelişi ile kongrenin heyecanı oldukça yükseldi, Baş’ı daha önce dinlemediğim için -biraz önyargı ile- işin doğrusu biraz sıkıcı bir konuşma bekliyordum. Ama inanın daha öncesinde 8 konuşmacı dinlememe rağmen, daha yüksek bir ilgi ile dinledim kendisini.
Her şeyden önce karşımda genç, heyecanlı, esprili ve samimiyetle açık açık konuşan bir başkan vardı… Konuşmasına “Kapıyı kapatın çünkü ders başladı” diye espriyle giriş yaptıktan sonra gerçekten ekonomi dersi niteliğinde bir konuşma dinledim.
Sonrasında içinde bulunulan ekonomik sorunlara ilişkin öyle net çözüm önerileri anlattı ki Sayın Baş, ilgiyle dinledim. Benim gibi sayısal zekası iyi olmayan biri bile anladıysa orada bulunan herkes anlamıştır diye düşünüyorum. Özetle diyor ki; “Bu ülkenin kaynakları o kadar zengin, toprağı o kadar bereketli ki işin içine rant girmediği zaman eşit ve hakça bölüşüldüğünde herkese yetecek iş de var aş da! Ancak nüfusun yüzde 10’u yüzde 90’ın kazandığından fazla kazanıyor, yüzde 90’ı sefaletle, açlıkla ömrünü sürdürüyorsa önce bunu çözmek gerekiyor. Kalkınma borçlanarak, kredi alarak, satarak, hazır para getirerek değil, üretimle, emekle olur…” Tabi benim gibi üstün körü değil, örnekleri ile ispatları ile anlatıyor ama genel hatları ile bunlardan söz ediyordu…
Yani demek istiyorum ki; BTP öyle uzaktan bakıldığında hafif tebessümle ifade ettiğimiz gibi “İş, Aş, Haydar Baş” tekerlemesinden çok daha derinlikli ve nitelikli bir kadroya sahip.
Ama elbette ki popüler bir parti olmadığı için ve yaygın basında yalnızca BTP değil, diğer partilere de yer verilmediği için ne söylediklerini dinleme olanağına sahip olmuyoruz çoğu zaman. Şunu söylüyoruz kolaylıkla; “Ya BTP’ye oy verirsem, oyum boşa gider, onlar mı iktidara gelecek” diye düşünüyoruz, aslında hiç araştırmadığımızı ve dinlemediğimizi düşünmüyoruz bile. BTP’ye oy vereceğim, ya da oy verelim diye yazılmış bir yazı değil bu. Ancak ben dünkü programdan sonra farkında olmadan önyargılarımızın siyasete bakışımızı da nasıl etkilediğini düşündüm ve siyasetin AKP, MHP-CHP İYİ Parti gibi bilindik partiler dışında da nasıl dürüstlükle, samimiyetle, vatan için, halkın hak ettiği yaşama kavuşması için bir mücadele aracı olarak kullanılabileceğini, (Kullanılması gerektiğini) hatırladım. Ha tabi BTP iktidara gelir, çok oy alır gibi bir iddiam yok ama şöyle geçti içimden; iktidara gelen hangi parti olursa olsun kurulacak olası bir koalisyonda BTP mutlaka yer almalı, özellikle ekonomi alanındaki sorun tespitleri, çözüm önerileri dikkate alınmalı!
Bu arada Hüseyin Baş’ın 1991 doğumlu olduğunu da sözlerime ekleyeyim… Şimdi ne demek istediğimi daha iyi anlatmak için Hüseyin Baş’ın sözlerinden çok kısa bir bölümü olduğu gibi paylaşıyorum, buyurun:
“Dövizin bu kadar yükselmesinin nedeni ne? Burada hedefledikleri ne? İyi niyetli olduklarını düşünelim, muhtemeldir ki cari açığı kapatmak. Türkiye’nin enerji ithalatı 30 milyar dolar. Peki Türkiye’nin cari açığı ne kadar? 30 milyar dolar. Yani sen enerjini üretsen zaten cari açığı kapatıyorsun. Şimdi bizim devletimizin sahip olduğu bütün kaynakları, milletimizin yararına devletimiz kullanmak zorundadır. Bakın Kayseri’de altın madenleri Kanadalı firmalara peşkeş çekilmiş. Burada hala madenler işliyor, bir yandan da ‘Lozan’dan dolayı 2023 yılına kadar bu madenleri kullanamıyoruz’ diyorlar, o da yalan. Biz kendi madenlerimizi, kaynaklarımızı kendi insanımızın faydasına kullanacağız. Türkiye bir enerji cenneti. Biz enerjimizi de üreteceğiz. Ben cari açığı da kapatacağım ve bu cari açıktan kaynaklı bir kriz yaşanmayacak. Bu ekonomiyle ilgili gördüğünüz olaylar gözünüzde büyüttürülen, esasında hiçbir zorluğu olmayan basit hadiseler. Nasıl zorluğu olmaz, eğer Milli Ekonomi Modeli’ne hakimsen.
Yönetenlerin en iyi çözüm yolları, ‘Biz dışardan düşük faizli borç alacağız’ demek. Yahu bundan dolayı bugünleri yaşamıyor muyuz zaten! Cumhurbaşkanımızın oğlu Bilal Erdoğan da geçen gün, ‘Ülkeler borçlanarak büyür, biz de Türkiye Cumhuriyeti olarak borçlanarak büyüdük’ demiş. İyi yaptınız, sonu bu işte! Senin paranın değeri yok. Paranın değeri yoksa insanının değeri var mı dışarıdakini gözünde? O da yok. İnsanının değeri yok. Malının değeri var mı? O da yok. Kim niye senden çekinsin?
Bakın Rusya Milli Ekonomi Modeli ile dünyayı salladı. Çin bugün dünyanın en büyük GSMH’sine yani dünyadaki en büyük sermayeye sahip. 21 trilyon dolar yıllık GSMH’si var; ABD’den fazla, ABD’nin 18 trilyon dolar. Çin bu noktaya Milli Ekonomi Modeliyle geldi. Biz de bunu başarabiliriz, daha da iyisini başarabiliriz.”