Benim düzenli takip ettiğim gazetecilerden biri Cüneyt Özdemir, onun hükümet yanlıları ve karşıtları için şöyle bir benzetmesi vardır; “Hacıvatçılar ve Karagözcüler”
Bu benzetme bana hep yerelde Büyükerşenciler ve karşıtlarını hatırlatır. Bir tarafta Eskişehir’i sel alsa, suya yüzde 100 zam yapılsa da Yılmaz Büyükerşen’e toz kondurmayanlar hatta onu haklı bulanlar, bir yanda ise, kente kattığı onca şeyi küçümseyip, onu elitist bulup, yaptıklarını "heykeller" seviyesine indirenler var. Gazeteciler içinse durum çok da farklı değil, ancak biz de hocayı en çok övenlerin en iyi gazeteci olduğunu düşünenler vardır, övgü sanatı ne kadar üstü kapalı bir şekilde icra edilirse o kadar makbuldür. Aslında ben tabi ki Büyükerşen’in övülmesine karşı değilim, takdiri hak eden her isim gibi, hakkıyla değerlendirilmeli ve tabi ki zaman zaman övülmelidir, en nihayetinde 5 dönemdir başkan seçiliyorsa vardır bir sebebi…
Benim asıl anlam veremediğim şey elbette Büyükerşen’e yapılan güzellemeler değil, Büyükerşen’in bu güzellemeleri fazlasıyla ciddiye alıp, bu övgücü kişilere oldukça cömert davranmasıdır.
Şöyle ki ben Yılmaz Büyükerşen olsaydım, böyle bir geçmişe sahipken, birilerini veya yayın organlarını sırf beni övdü diye ödüllendirmez veya tam tersi eleştirdi diye cezalandırmazdım, en nihayetinde İletişim Fakültesi’ni kuran bendim, gazeteciliği ilk öğretenlerden, ilk gazetecilerden biriydim, gazeteciliğin ne olduğunu çok iyi bilirdim. Yani köşe yazarlığının bir güzelleme yapma sanatı olmadığını, objektif ve gerçekçi, halkı bilgilendirmek ve haklar adına taraf olmak anlamına geldiğini bilirdim.
Aslında bu durum Büyükerşen özelinde de değil tabi, iktidarlar, ekonomik ve siyasal seçkinler ve daha niceleri basını kendi iktidarlarını güçlendirmek için varolduğundan bu yana kullanmış, günümüzde de sıkça tartışılan "yandaş basın" yaratma konusunda ellerindeki gücü istedikleri gibi kullanma hakkını bulmuşlardır kendilerinde...
“Eeee bunda ne var” dediğinizi duyar gibiyim sevgili okur, ben de biliyorum ki gazetecilikte bu tür şeyler daha önce de yaşandı ve yine yaşanacak, ancak “bu hep böyle” diye kabullenelim mi, bu düzenin değişmesi için elimizdeki tek gücü kullanmayalım mı, bir kere de kalemimizi kendi haklarımız ve özgürlüğümüz için kullanmayalım mı?
Çünkü yerel basının asıl işlevi özellikle yereldeki sorunları aktarmak ve bölgesel kalkınmaya da aracılık etmektir. Oysa günümüzde yerel basının büyük bölümü belediye bültenciliğine dönmüş durumda, yerel basın yaşadığı ekonomik sıkıntılarla boğuşup, resmi ilanlar ve yerel yönetimlerin desteğiyle günü kurtarmaya odaklandığı için temel işlevini yerine getiremiyor. Bugün sadece kurumların basın birimlerinden gelen maillere endeksli bir gazetecilik anlayışı hakim… Durum böyleyken, “Böyle gelmiş böyle gider” dediğimizde olan maalesef gazetecilere ve mesleğimize oluyor… Sonra işte en iyi gazeteci Büyükerşen'i en iyi öven gazeteci oluyor…
Bir de neye şaşırıyorum biliyor musunuz? Büyükerşen neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar?
Bana kalırsa övgü dolu sözleri onun kadar çok işitmiş çok az insan vardır bu dünyada, peki neden daha çoğunu istiyor? Ya da tersinden sorayım, neden en ufak bir eleştiride köşe yazarlarını, gazetecileri ve onların çalıştığı gazeteleri çemberin dışına itiyor?
Yoksa Büyükerşen’in ekibi mi bunu yapan? Artık o kadarını bilmiyorum. Ama görünen o ki CHP de yereldeki iktidarını kendine yandaş yaratmak için kullanıyor.
Aslında çok ironik bir durumla karşı karşıyayız, yandaş basın yaratmakla suçladıkları AK Parti’nin ülke genelindeki uygulamalarının benzerini, yerelde CHP yapıyor.
İşte bu yazıyı neden mi yazdım sevgili okur, hani hep eleştirirler ya iktidarı, AK Parti'yi, Erdoğan'ı yandaş basın yarattığı ve basın özgürlüğüne darbe vurduğu için… Belki farkındalar belki de değil ama yerelde kendilerinin de aynı hataya düştüklerini söylemek için…