Ellerim dizlerimde…
Yüreğimde huzur…
Bacaklarımı kıvırmış vaziyette, Yunanistan’ın Thassos adasının dağlarının doğal taşı, kristal beyaz renkli mermerin üzerinde oturuyorum.
Farklı ülkelerden, farklı dilleri konuşan pek çok insanla,
Mescid-i Haram ’dayım.
Bir anda; sol yanımda oturan kadın elimi tutup, konuşmaya başlıyor. Yanımda; annem ve Bedriye ablam da anlamaya çalışıyorlar, tabii ki ben de!
Uzak Doğulu havası var sanki. Parmaklarıma tek tek farklı baskılar uygulayarak, ovuyor. İngilizce konuşuyorum bir yandan, lakin nafile!
Saniyeler geçerken, altmışını geçmiş gibi görünen kadının yanı başında oturan genç kız “Selamün Aleyküm” ile söze girip, İngilizce devam ediyor.
“Endonezyalıyım. İsmim Aninda. Ellerinize masaj yapan kadın Malezyalıdır. Onunla aynı otelde kalıyoruz.”
İyi, hoş! Siz tanışıyorsunuz da, ya ben? Eli ellerimde, gözü gözlerimde…
İnsan, tanımadığı bir insanın elini neden tutar? Tutar da neden bırakmaz?
Art niyetsiz, içinden gelircesine, karşılık beklemeksizin…
İsmi “Sevgili” anlamına gelen genç kız, kadın ile konuşuyor, sonra bana anlatıyor.
“Ellerinizde ödem olmuş, susuz kalmışsınız. Bol su için.”
On beş dakika kadar süren muhteşem masaj esnasında, Aninda ile ara ara konuşuyoruz.
24 yaşında olduğunu, annesi ile yirmi günlüğüne geldiklerini anlatıyor. Ezan okunmaya başlıyor ve Malezyalı kadın, ellerimi sıkı sıkı avuçlarının arasına alıp, gözlerime bakıyor. Azra Kohen’in, Aeden romanındaki Sonje ve Numi’nin konuşmadan anlaştıkları gibi…
Yaşamak lazım!
Kadının yanından ayrılmadan önce, son defa birbirimize bakıyoruz. Sağ avucunu sol omuzumdan başlayarak, sırtıma doğru sıvazlıyor, sonra ellerimi tutup, bir şey söylüyor. Ne dediğini anlamıyorum. Kendisine teşekkürlerimi ifade etmek adına, yüreğimin en saf duygularıyla “Şükran” diyorum sadece.
Kırk beş yıl önce; komşusuna süt almak için evinden çıkan, karşıdan karşıya geçerken hızla gelen bir aracın çarpması sonucu o anda hayatını kaybeden anneannemi hatırlatıyor bana…
Elleri ile yüreğine açılan gülümseyen gözleriyle ve asıl önemlisi insanlığı ile…
Nazım’ın dediği gibi, “Yaşadım diyebilmen için.”
***
Değerli Okurlarım; inanıyorum ki, bu tarz duyguları sizlerde hissetmişsinizdir. Olay farklı olsa bile, en son ne zaman yaşadınız veya yaşattınız?
“Merhaba Ya Şehr-i Ramazan” ile başlanılan, ikinci on beşlik kısmında “Elveda Dost Elveda” denilen günlerindeyiz on birin ayın sultanının. İyi, merhametli, dürüst olmanın, yardımlaşma gibi duyguların ve eylemlerin ağır bastığı, kin, nefret, kıskançlık, yalan, öfke gibi duygularımızı törpülememiz, hatta sıfırlamamız gerektiği söylenir, düşünülür ve beklenir. Her yıl bu ay geldiğinde de “Ramazan Huzur Ayıdır” denilir. Birileri der de; siz ne dersiniz? Nasıl algılarsanız, nasıl yorumlarsınız?
Herhangi bir ayı, haftayı, günü huzurlu yapan da insandır, huzursuz yapan da!
Birey huzurlu olacak ki, aile huzurlu olsun. Çoluk-çocuk, anne-baba kendini güvende hissetsin. Umudu olsun!
Toplumun en küçük yapı taşı olan aileler kaygılı, korkulu, biçare olursa; “yarın ne olacak” endişesiyle nasıl yaşanır?
Çevremdeki insanlarla görüştüğümde, çoğu diyor ki: “Bu yıl Ramazan çok zor geçti. Depreme çok üzülmüştük. Ardından Cumhurbaşkanı, Milletvekili aday adayları, sonra adayları derken, her akşam bir yerlerde verilen iftar yemeklerini sosyal medyada görmek, daha neler neler… Pazara, markete gittiğimizdeyse, elektrik çarpmışa döndük her seferinde. Yaşayan bilir.”
Zor dostum zor…
Peki, sonuç?
***
“Geri dönüş yok, tek çıkış var.”
Geçen hafta ailemle “John Wick 4” filminde idim. Bol aksiyonlu, tansiyonu yüksek filmin afişinde bu cümle yazıyordu.
***
Ramazan bitmek üzere. Ardından bayram, sonrası malumunuz.
Mevlana’ya göre: “İnsanı güzel yapan yüzdür. Yüzü güzel yapan gözdür. İnsanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür.”
Ey siyasetçiler, sözlerinize özen gösteriniz! Yerine getiremeyeceğiniz sözler vermeyiniz.
***
Değerli Okurlarım, bayramınızı en içten duygularımla kutluyorum. Aileleriniz, sevdiklerinizle birlikte sağlıklı, mutlu ve huzurlu günlere çıkışlar diliyorum.
Lakin 14 Mayıs’ın geri dönüşü yok!