HATAY YENİDEN

Abone Ol

 Tarih boyunca 13 büyük medeniyete ev sahipliği yapmış. Antik çağda yaşantısı, zenginliği, farklı kültürleri barındırması ile Doğu’nun Kraliçesi olarak anılan Antakya, bugün o kültürleri Hatay olarak daha geniş bir coğrafyada yaşatıyor.

Günümüzden 12 bin yıl önce ilk defa buğdayın evcilleştirildiği ve dolayısıyla da yerleşik hayata geçilen ilk coğrafyadır. Defalarca deprem ve doğal afetlerin yerle bir ettiği Hatay inatla, aşkla defalarca yeniden kuruldu.

1822 Hatay Depreminden Bir tasvir

Hatay, Antakya ve İskenderun ilçelerini içine alan coğrafyanın adıdır. Adı bölgenin Hititler döneminde “Hatti” ülkesi anlamında “Hattena” dan gelir. Bu isim 1936 yılında “Hatay benim şahsi meselemdir” diyen Atatürk tarafından konulmuştur.. Atatürk, “Kırk asırlık Türk yurdu” dediği yöreye Hatay adını vermiş ve Anadolu’nun ilk hakim devleti Hititlerle, son hakim devleti Türkiye Cumhuriyetini özdeşleştirmiştir. Kuruluşunu kendisinin yaptığı Dil Tarih Coğrafya fakültesinde bir Hititoloji bölümü açtı ve akademisyen, tarihçi ve arkeolog  Sedat Alp, Türkiye'nin ilk Hititolog’u olarak mezun oldu.. Sedat Alp ayrıca 1982-1983 yılları arasında Türk Tarih Kurumu başkanı olarak da görev yapmıştı. Kültürler mozaiği, medeniyetler ocağı bu kadim şehir için 4. yy da yaşamış Antakya Akademisi’nin kurucusu ünlü hatip ve eğitimci Libanius, “Dünyayı gezip görmekteki amacınız farklı kültürleri tanımaksa Antakya’yı ziyaret etmeniz yeterlidir” diyor.

Antakya ve İskenderunun Kurucusu Büyük İskender

UYGARLIKLAR BEŞİĞİ HATAY

Bu bölge Akadlar, Yamhad Krallığı (Samiler) , Hititler ve Mısırlılar, Asurlar, Urartular, Persler ve Makedonyalılar (Büyük İskender) bölgeye ilk antik kavimler olarak hâkim olmuş.  Antakya ve İskenderun Büyük İskender döneminde kurulmuştur. Antakya, günümüzden 2087 yıl evvel Roma İmparatorluğu’nun Suriye Eyaletinin başkentiydi. Hristiyanlık, Kudüs dışında ilk defa Antakya’da yayıldı. Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hristiyan” adı verildi. M.S. II. yüzyılda Antakya; Roma ve İskenderiye’den sonra 200.000–300.000 nüfusu ile imparatorluğun üçüncü büyük metropoliti durumunda idi. Şehir; saraylara, köşklere, heykellere, suyollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahipti.

Dinlerin Ortak Şehri Bir Hatay Figürü

Ordumuzun Hataya Girişi

TÜRKLERİN GELİŞİ

Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalan Antakya 638’de İslam orduları tarafından fethedildi. Emeviler döneminde Antakya, Halep’e bağlandı. Ardından Hatay bölgesi Abbasilerin eline geçti. 9 ve 10. yüz yıllarda bölgede ilk defa Türkleri görüyoruz. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Kuzey Suriye’de çıkan hâkimiyet kavgasını çözmek için 1086 yılında önce Halep, oradan Antakya’ya geldi ve imparatorluğa bağladı. Birkaç defa haçlı seferiyle el değiştiren Antakya, nihayet Memlûk’lülerın- ki bir Türk Devletidir- 1268’de gelişleri ile 171 yıl süren Antakya Haçlı Prensliği sona erdi. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgede Türkmenlerin göç ve yerleşimleri yoğunlaştı. Halep, Antep ve Antakya bölgesine başta Avşarlar olmak üzere çeşitli Türk boyları yerleşti. Osmanlı toprakları genişleyip, Memlûk sınırlarına ulaşınca bu iki Türk devleti arasında savaş başladı. İlk karşılaşmada Osmanlı Ordusu bozguna uğradı ve 1490’da karşılıklı bir anlaşma yapıldı. Ancak 1516 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında bölge tamamen Osmanlı hâkimiyetine girdi. Bu tarihten itibaren İskenderun ve Antakya 1918 yılına kadar 400 yıl Osmanlı’nın bir sancağı olarak kaldı. 1918’de Mondros Mütarekesinden sonra Fransızlar tarafından işgal edildi. Ama bu hikâye orada bitmedi.

HATAY MİSAKI MİLLİ SINIRLARINA KATILIYOR

Hatay’ın 1918 sonraki macerası Fransız işgaliyle başladı. 21 yıl sürdü. 1919 yılında milli mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sivas Kongresinde aldıkları kararla Hatay’ı Misakı Milli sınırları içine aldı. Bu karar İstanbul Meclisi Mebusan’ında da Ocak 1920’ de Türkiye'nin kabul ettiği asgari barış şartı olarak kabul edildi. Sakarya Meydan Muharebesinden sonra pabucu pahalı gören ve İngilizlerle kısmi bir anlaşmazlığa düşen Fransa 1921 yılında Ankara Hükümetiyle bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmanın 7. Maddesine göre bölgede özel bir yönetim kurulması; Türk halkının, kendi kültürünü geliştirmesi için imkân verilmesi ve Türkçe’nin resmi dil olması şartıyla Antakya ve İskenderun bölgesi Fransızlarda bırakıldı. 1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşmasında da bu statü aynen kaldı ve Hatay Fransız Mandası oldu. Ancak Hatay meselesi Mustafa Kemal Atatürk’ün içinde daima bir ukde olarak kalmıştı.

HATAY KONUSU HATAY SORUNU OLUYOR

1930 yılından itibaren Almanya’da Hitler’in yükselişi Avrupa’daki dengeleri bozmaya başladı. Fransa 1936’da Hatay’dan çekileceğini ve mandater devlet olarak yönetimi Suriye’ye devredeceğini ilan edince bu durum İskenderun Sancağında yaşayan Türkleri büyük bir endişeye sevk etti. Fransa’nın kararının ardından İskenderun Sancağında yaşayan Türk nüfusu çoğunluk teşkil ettiğinden Türk Hükûmet yetkilileri bu bölgenin bağımsızlığı için acilen harekete geçtiler. 10 Ekim 1936’da Fransa’ya bir nota vererek “Sancağın asıl sahibinin Türkler olduğunu belirtip, Türkiye ile Fransa arasında tek uyuşmazlık konusu olarak kalan Sancak sorununun da bir an önce çözüme kavuşturulması gerektiği” bildirildi. Atatürk 1 Kasım 1936’daki meclis konuşmasında şöyle diyordu;

“Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun-Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz. Daima kendisi ile dostluğa en çok ehemmiyet verdiğimiz Fransa ile aramızda tek büyük mesele budur. Bu işin hakikatini bilenler, hakkı sevenler, alakamızın şiddetini ve samimiyetini iyi anlar ve tabii görürler.”

Konuşmanın ertesi günü bu davanın şahsi davası olduğunu ve Antakya-İskenderun havalisine “Hatay” ismini verdiğini açıkladı. Bu tarihten itibaren İskenderun Sancağının adı artık “Hatay” olmuştu.

KRİZ TIRMANIYOR

Sonunda Türkiye bu konuyu 10 Aralık 1936 tarihinde Milletler Cemiyeti’ne götürdü.(Bu günkü adıyla Birleşmiş Milletler). Toplantıya Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras başkanlığında katılan Türk diplomatları, Milletler Cemiyeti’nde 9 ülkenin dışişleri bakanlarıyla sözcüğün tam anlamıyla “diplomatik bir savaş” yaptılar. Aynı anda Adana’da kırk bin kişilik bir miting yapılıyordu. Uzun tartışmalar sonunda Milletler Cemiyeti,  “İskenderun Sancağını” içişlerinde bağımsız, dışişlerinde Suriye’ye bağlı kendi anayasası olan ayrı bir bölge olarak kabul etti. Yeni düzenleme ile bölgede resmi dil yine Türkçe oluyordu. Anlaşma Türkiye ve Fransa’nın garantörlüğünde imzalandı. Ancak sorun burada bitmiyordu. 1937 yılının yaz aylarında bölgede görevli Fransız memurların Türklere karşı kötü davranmaları, bölgede yeniden karışıklıklar çıkardı. Doğal olarak bu durum Türk-Fransız ilişkilerine yeni bir kriz olarak yansıdı. Başından beri Hatay meselesinin baş savunucusu olan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Hatay konusunda Fransa ile yürütülen görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine hasta yatağından kalkarak, 20 Mayıs 1938’de Mersin, 24 Mayıs 1938’de ise Adana’yı ziyaret etti. Bu ziyaretler vesilesi ile bölgede toplanan askerî birliklere saatlerce süren geçit törenleri yaptırarak, Fransa’ya Hatay konusunda Türkiye’nin kararlılığını gösterdi. Türkiye bununla da kalmayıp, 29 Mayıs 1937 tarihli Türk- .Fransız Antlaşması’na dayanarak Hatay sınırına 30.000 kişilik askerî kuvvet yığdı. Atatürk’ün zamanlama adına dâhice işleyen stratejik zekâsı aşamalarla ilerliyordu. Çünkü artık Avrupa’da savaş rüzgârları esiyordu ve Fransa bu yüzden yerinden kıpırdayamıyor, İngilizler de telaş içinde meselenin bir an evvel çözülmesi için Fransa’ya baskı yapıyordu. Fransız diplomatları Sancak yüzünden çıkacak bir savaşın Atatürk-Hitler anlaşmasına yol açabileceği korkusuyla büyük endişe içindeydiler.

Hatayın Kurutuluşuyla Bayrağındaki Kırmızı Yıldız Üstüne Beyaz Yıldız Diken Kadın

HATAY İÇİN ADIM ADIM

Süreç Türkiye lehine gelişiyordu. Fransa masaya oturmaya mecbur oldu. Askeri yetkililer Türkiye’den Orgeneral Asım Gündüz ve Fransa’dan Tümgeneral Huntziger başkanlığında yapılan görüşmelerde varılan anlaşma gereği Hatay’da düzenin sağlanması için 6.000 kişilik bir Türk birliği Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında Hatay’a girdi. Bu arada yeni bir meclis kuruluyor ve 2 Eylül1938’de parlak bir törenle açılıyordu. Yeni bir Anayasa ile Hatay bağımsız bir devlet olarak “Hatay Devleti Cumhuriyeti” adını alıyor ve Tayfur Sökmen yeni Cumhurbaşkanı olarak seçiliyordu.  Suriye hükümeti olayları izliyordu ve bağımsızlık mücadelesinde Türkiye’yi karşısına almak istemediği için önemli bir tepki vermemeyi tercih etti. Üstelik Hatay nüfusunda hâkim unsur Türklerdi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938’de vefat ettiğinde gelinen vaziyet adeta onun vasiyeti gibiydi ve geri dönülemezdi.

VE TÜRK YURDU HATAY

Bundan sonraki aşama Atatürk’ün deyimiyle 40 asırlık Türk yurdu Hatay’ın vatan topraklarına katılmasıydı. Bu fırsatı yakalaması uzun sürmedi. İkinci dünya savaşının en zorlu döneminde Türkiye’yi ittifak devletleri arasına sokmaya çalışan İngiltere, Türkiye’yi Balkanlar ve Doğu Akdeniz bölgesinin savunması bakımından büyük bir stratejik değer olarak gördüğünden Türkiye ile ittifak çalışmalarını bir an önce tamamlamak üzere Fransa’yı Hatay’ı Türkiye’ye bırakması yönünde ikna etmeye çalışıyordu.  Sonuçta Fransa,1939 yılının Haziran ayı başında Hatay konusunun Türkiye’nin istediği şekilde çözülmesine razı oldu. Suriye hükümeti bu noktada şiddetli bir tepki göstermesine rağmen birkaç protesto notasından öteye gidemedi. Ancak o günden beri Hatay’ı Suriye haritalarında kendi toprakları içinde göstermekten de geri durmadı. 22 üyesi Türk olan 40 kişilik parlamentosu da 29 Haziran 1939'da Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı aldı. 23 Temmuz 1939 tarihinde sabah saatlerinde Antakya’da, öğleden sonra da İskenderun’da yapılan törenlerle direkteki Hatay bayrakları indirildi. Beyaz bir kumaştan yapılan yıldız, iğnelerle Hatay bayrağındaki yıldızın ortasına iliştirildi. Üzerine eklenen yeni yıldızıyla bu kez Türk Bayrağı olarak direğe çekildi. Hatay 400 yıl aradan sonra yeniden Türklerin eline geçmişti.

Günümüzde Hatay Deprem Sonrası

KADİM KENTİMİZ HATAY NE HALDE?

Aslında Hatay Hititler döneminden bu yana çoğunluğu çok yıkıcı binlerce depreme maruz kaldığı çok bilinen bir şeydi. 6 Şubat 2023 depremi bunlardan biri olarak tarihe geçti. Hatay ve çevresi tarihte misli az görünen bir depremle karşı karşıya kaldı ve deyim yerindeyse yerle bir oldu. Uğruna bu kadar savaşlar verdiğimiz Hatay adeta yeniden düşmanın eline geçmiş gibiydi. Ama biz Hatay için öyle şeyler yaptık ki bir düşmana gerek bile yoktu. M.Ö II. Yüzyılda saraylara, köşklere, heykellere, suyollarına, hipodroma, hamamlara ve hatta kanalizasyon sistemine sahip zengin Hatay’ın 21. Yüzyıldaki hali yürekler acısıdır. Bilimin, bütün afetlerin sebeplerini çareleriyle birlikte bulduğu bir yüzyılda milattan önce ne olduysa aynısı oldu. Depremi ilahi bir cezaymış gibi ilkel bir kafayla karşılayan siyasetin sınırsız popülizm merakı ve buradan sürekli rant devşirme alışkanlığı Hatay’ı bu hale getirdi. Utanç vericidir. Fay hattının tam üstüne, dere yataklarına hiçbir denetime tabi olmadan yüksek katlı üstelik çürük binalar yaptık. Sonuç ortada. Enkaz altında günlerce kalarak, soğuktan donarak ve kurtarma faaliyetinin aşırı gecikmesinden feryatlar içinde can veren masum insanların yardım çağrıları ve acıklı hikâyeleri kulağımızdan silinmemelidir. Deprem masum bir doğa olayıdır. En büyük deprem cehalet içindeki iş bilmez, kural tanımaz kafalardadır. Bu kadim şehir şüphe yok ki asırlar boyu olduğu gibi yeniden kurulacak ve en güzel hikâyelerini bize çocuklarımızın kulağına tekrar fısıldayacaktır.

KAYNAKLAR: Türk Tarih Kurumu “Tayfur Sökmen Anlatıyor” – Furkan Kaya “Türk Diplomasisinde Hatay’ın Önemi” – Prof. Dr. Figen Atabey “Türk-İngiliz belgeleri ışığında Hatay sorununun çözümüne dair bazı değerlendirmeler”- Hatay Valiliği hatay.gov.tr. - Falih Rıfkı Atay, “Atatürkçülük Nedir ?”, sayfa 31.