Size şimdi yaşanmış bir hikaye anlatacağım.
1970’li yıllar Adalet Partisi’nin iktidar olduğu dönem…
Fakirlik kol geziyor…
Eşeğine yüklediği katran ile köy köy dolaşan bir satıcı Zey köyüne gelmiş…
Amcamız koyu bir Adalet Partisi sempatizanı…
Köyde satış yaparken bir kahvehaneye uğruyor.
Arif; amca fakir, ayağındaki Ankara lastikleri delik amcamızı görünce takılır…
“Adalet Partisi’ne oyunu verdiğin sürece ne bu katrandan, ne de bu Ankara lastiğinden kurtulamazsın…” der.
Satıcı amcamız hemen cevap verir, “Ben o katranı satarım, Ankara lastiğini giyer, gider oyumu yine Adalet Partisi’ne veririm.”
Bu gerçek hikayede de göreceğiniz üzere, futbol takımı tutar gibi fanatik seçmenlik olduğu sürece demokratik ve adil bir seçimden söz etmemiz mümkün görünmüyor, gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmamız bu gidişle uzun zaman alacak…
Türkiye’de seçmenleri oy verme biçimlerine göre kabaca üç gruba ayırabiliyoruz: ideolojik seçmenler, lider seçmenleri ve ekonomik gidişat seçmenleri.
Bundan da ne kadar sığ bir alanda sıkıştığımızı görebiliriz.
Halbuki çok daha temel yaşamsal dertlerimiz yok mu? Hayatın tam içinde olan; demokrasi, eğitim, kültür, sanat, güvenlik, sağlık, spor, yoksulluk, kalkınma, haklar gibi konuları merkezine alan, bu alanlardaki sorunlara kafa yoran, Atatürk’ün çizdiği yolda giden partilerin tercih edilmesi Türkiye’nin geleceğini çok daha iyi bir noktaya taşımaz mı?