Dostluk üzerine ne çok şey yazıldı,çizildi. Şarkılar,türküler,şiirler,maniler... Neler neler...
Ama üzerinde uzlaşılan ortak bir tanıma mazhar olamadı. Herkese göre özellikle de değişen zamana göre farklı yorumlamalara tabi oldu . Kesin olan birşey var ki Yunus Emre'lerden ,Aşık Veysel'lerden günümüze geldikçe yozlaştırılan,yozlaşan ,anlamca içi boşalttırılan bir kavrama dönüştü dostluk! Bu hususta söylenecek çok şey var elbet. Ama bu, başka bir yazımın konusu olsun. Dostluk olgusuna ulvi bir perspektifden bakabileceğimiz makalemi de yakın zamanda sizlerle paylaşacağım.
Gelelim bugün ki yazımıza;
Dost dediğin hüznü de paylaşır,sevinci de. Hüznü paylaşmak nispeten sevinci paylaşmaktan daha kolaydır. Bırakın dostu,arkadaşı; hiç tanımadığınız birini bile ağlarken gördüğünüz zaman etkilenir,çoğu zaman da eşlik ederken bulursunuz kendinizi, yaşlanan gözlerinizle. Çünkü şahit olduğunuz bu hüznün , sizde çağrışım yaptığı bir dramınız vardır anı belleğinizde. Yani gözyaşlarınızın muhatabı bizatihi sizsinizdir. Oysaki sevinci paylaşmak meşakatlidir. Farklı bir ruh kimyasının işidir. Olgun ve samimi bir duruş gerektirir. Çünkü mutluluklara konu olan her sebebin kıskanılmak gibi bir kaderi vardır. İşte ,dost da bunu bertaraf edebildiği noktada vardır.Burdan başlar dostluk...
Gerçek dostu da bu noktada aramak lazım.
Mutluluğunuzu içten bir tebessümle taçlandıran kaç kişi var etrafınızda , hiç düşündünüz mü?