"Depreme dayanıksız evlerde yaşam, sadece risk almak değil, aynı zamanda hayatı tehlikeye atmaktır. Mezar evlerde oturmak, kayıtsızlığın bedelidir."

 
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yürütülen "Türkiye’de Demokratik Yerel Yönetişimin Geliştirilmesi İçin Sivil Katılımın Güçlendirilmesi Projesi" çerçevesinde, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ve TEMA Vakfı'nın iş birliğinde başlatılan "İklim Değişikliğine Karşı Güçlü Eskişehir Projesi" haberini okurken, bu köşe yazısı şekillendi.
Türkiye'nin iklim değişikliği ile mücadele konusunda adım atmaya başlamış olması, elbette önemli bir gelişme. Ancak bu süreçte, hükümet ve belediyelerin karşılaştığımız çevresel ve sosyal felaketlere karşı yeterli bir hazırlığa sahip olup olmadığını sorgulamak gerekiyor. Ne yazık ki, iklim değişikliği ve depremler gibi olağanüstü durumlara karşı hükümet ve belediyelerin yeterli düzeyde radikal önlemler almadığını düşünüyorum.
Günümüzde, iklim felaketi ve depremler, halkın yaşamını tehdit eden en büyük tehlikeler arasında yer alıyor. Ancak bu tehditlere karşı kamu otoritelerinin atması gereken adımlar ne yazık ki yetersiz. Her şeyden önce, bu iki konuda ciddi ve köklü hamleler yapılması gerektiği açık. Ancak bunlar, yalnızca devletin sorumluluğunda olan meseleler değil; bireylerin de üzerine düşen büyük bir sorumluluk bulunuyor.
Peki, halk bu konuda ne yapıyor? Ne yazık ki çoğu zaman cevabımız bir sıfır. Türkiye'de, pek çok insan evinin depreme dayanıklı olmadığını bildiği halde, evinde oturmaya devam ediyor. Yani, evinin bir enkaza dönüşeceğini bile bile "lades" diyen milyonlarca insan var. Bu durumu görmezden gelmek, tehlikeleri göz ardı etmek, bir anlamda hayata karşı kaybetmek demek.
Belediyeleri ve hükümeti eleştiriyoruz, peki ya bizler? Hangi sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz? Çevremizdeki insanlara, afetlere karşı dirençli bir yapı için çözüm üretme konusunda ne kadar yardımcı oluyoruz? Bu, her birimizin sorumluluğu altında olan bir konu.
İki temel adım atılması gerektiğini düşünüyorum: Birincisi, kendimizin ve çevremizdeki insanların afetlere karşı dirençli bir yaşam alanı oluşturmak için çözüm üretmek. İkincisi ise, belediye ve iktidarı, bu konuda harekete geçmeleri için sıkıştırmak ve baskı kurmak. Maalesef, birçok kişi bu iki konuda hiçbir şey yapmıyor.
Sonuçta, bu işin çözümü eğitimde yatıyor. Eğitim, sadece okullarda verilen derslerle değil, toplumun her seviyesinde yapılacak bilinçlendirme faaliyetleriyle gerçekleşmeli. Her birey, afetler konusunda bilinçlendirilmeli ve yaşanabilir, güvenli bir çevre yaratma sorumluluğunu hissetmeli. Çünkü yalnızca devletten beklemek, felaketlerin önüne geçmek için yeterli olmayacaktır.


"İklim değişikliğiyle mücadelede toplumun aktif katılımı şart"
TEMA Vakfı Çevre Politikaları ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Eylem Tuncaelli aslında özetlemiş konuyu. Proje kapsamında, toplumun tüm kesimlerinin iklim değişikliğiyle mücadeleye aktif katılımını sağlayarak bu alandaki iş birliğini teşvik edeceğiz. İklim değişikliğiyle mücadele artık yalnızca hükümetlerin veya bilim insanlarının meselesi değil. Toplumun her kesiminin bu sürece dâhil olması gerekiyor. Halkın karar alma mekanizmalarına etkin katılımı olmadan, çözüme etki edecek bir dönüşüm sağlamak mümkün değil. Bu projeyle Eskişehir’de yaşayan herkesin iklim değişikliğiyle mücadelede küçük ya da büyük bir katkı sağlabileceğine inanıyoruz. Unutmamalıyız ki küçük değişimler, büyük dönüşümlerin başlangıcıdır."