Sebepler sonuçlar

Abone Ol

Atatürk’ü anlamak konusunda ne zaman başım sıkışsa mutlaka Falih Rıfkı Atay’ın bir kitabını okurum. Herkesin Atatürkçü taklidi yaptığı ya da her sıkıştığında Atatürk sözcüğünün kullanışlı rahatlığına sığınanların cirit attığı bir zaman diliminde gerçekten gerçek bir Atatürkçü olarak kalabilmek ve onu zamanın ruhu içinde değerlendirebilmek gittikçe zorlaşıyor.

1923 Türkiye’sinde Cumhuriyetin ilanıyla başlayan büyük hamleyle 1938’de Atatürk’ün ölümüne kadar geçen sürede milletin makûs talihi tarihte ilk defa dönmüştü. Kurtuluş Savaşı sonrası Köy enstitüleri kurulmuş diriliş en alttan yani Osmanlı’nın reaya dediği ve sadece savaşta hatırladığı köylüden başlamıştı. Zaten büyük devrimler aşağıdan gelir. Tepeden gelene devrim denmez. Bir yandan alttan bilinçli, kimlikli ve öğünen, çalışan ve kendine güvenen nesiller gelirken, devlet aygıtı da sanayi ve ekonomi alanında büyük bir hamle yapmıştı.

Osmanlının yıkılışının en önde gelen sebebi halkın cahil olması değil, ulema sınıfının 17. Yüzyıldan itibaren devlet yönetimine hâkim olmasıdır. Bu yüzyılda taht kavgalarının, padişahların, sadrazamların katledilmelerinin yerine gelecek olanların tayini gibi işlerde çıkardıkları fetvalarla tam bir güç odağı haline gelmişlerdir. II.Selim’in oğlu III.Murad’ın tahta geçmesiyle beraber medrese öğrencilerini de kışkırtıp örgütleyerek, sefere çıkılmaması üzerine gelirleri azalan yeniçeri ocaklarına rüşvetler vererek ve saraya karşı ayaklandırma hareketleri düzenleyerek devleti yönetilmez hale getiren de onlardır.

Taht’a çıkardıkları çocuk şehzadeler, delirmiş padişah kardeşleriyle hem zenginleşmiş hem de devlet bürokrasisini çürütmüşlerdir.

1918’de Osmanlı’nın yıkılışıyla başlayan Anadolu hareketine karşı isyanlar çıkaranlar yine bunlardır. 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’le 1938’deAtatürk’ün aramızdan ayrılmasıyla birlikte devrim karşıtı bu güçler yeniden baş vermeye başladı.

Önce bir komünizm davası çıkardılar. Bu yüzden Köy Enstitüleri kapatılmaya başlandı. 1950’den sonra ise batı ve tarikat, cemaat ilişkileri hızla siyasetin içine sokuldu, soğuk savaş başlar başlamaz komünizmle mücadele derneği veya çeşitli dernekler ve cemaatler yoluyla çıkışını yapan popülizm döneminde halkın dini duyguları oy uğruna istismar edildi. Medreseler açılmaya başlandı. Sonunda buraya kadar geldik. O günlerde CB Celal Bayar iki de bir “bu kış komünizm gelebilir” demeçleri verip korku iklimi yaratmaya çalışıyordu. Artık sömürgeleşme, Lozan’da büyük dirayetle kaldırabildiğimiz kapitülasyonların geri dönüşü, üretmekten vazgeçip borçla kalkınma modeli vs geri dönmüştü.

İşte Atatürk felsefesini içselleştirmiş tek yazar olan Falih Rıfkı Atay, 1923’den 40 yıl sonra, daha o günlerde yani 1963 yılında bugünü tahmin edebilmiştir.. Yazdığı “İmparatorluğun Çöküş Yılları” kitabında;

“Orta Çağımız 1923’e kadar devam etti. Türkiye’nin dertlerinin neler olduğunu, kurtuluşun nasıl olacağını düşünerek batı sistemi –adına- gerçek bir tek devrimci ve bir tek devrim gördük. O devrimci Atatürk ve o devrim Atatürk’ün yaptıklarıdır. Yazık ki devrimciliği kendisi ile birlikte gömülmüştür” diye yazmıştı.

Bunun sebeplerini irdelerken ülkenin siyasi gidişinin ilerisi için pek de hayra yorulamayacağınıdaha 1963’de çok iyi kavramıştır. Hayal kırıklığını şöyle anlatıyordu;

“1946 sonrası demokrasisi dini iç politikanın bir kuvveti olarak işlediği için Orta Çağı’mız geri tepti. 27 Mayıs (27 Mayıs 1960 ihtilali) asıl krizi görmeksizin tıpkı meşrutiyetler gibi tuzağa düştü. Sonunda bugünkü tavizler rejimine girdik. 1938 şartlarının 25 yıl ilerlemişi ve gelişmişi (1963’ü kastediyor) ile Batı toplulukları arasına katılmış olurduk.  Hâlbuki 25 yıldan beri, tekrar doğu toplulukları arasına geri dönüyoruz. Yeniden medreseler, tekkeler, dergâhlar, dervişler, şeyhler topluluğu olduk.

Atatürk devrimlerinin temeli laisizmdir, sosyal özgürlüklerdir. İkisine de ihanet ettik.  Biz bugün hikâyelerini anlattığım 1908 meşrutiyet havası içindeyiz. Hala davamızın bir medeniyet davası olduğunu kavrayamayanların kurbanıyız.

Bir defa vatanın yarısını kaybettik. Bir defa bütününü kaybettik. Battık. Gökten Atatürk indi ve öyle bir kaos içinden çıktık. Onun ölümünden 25 yıl sonra (1963’den bahsediyor) otuz beş bin yobaz okulunda Türk çocuklarını koca imparatorluğu batıran zihniyetle yetiştiriyoruz. Bir milletin aklını başına toplayabilmesi için Tanrı onu daha nasıl imtihandan geçirebilir.

Gençlere Atatürk’ü vatan kurtarıcı asker olarak göstermek yetmez. O asıl devrimleri ile kurtarıcı olmuştur. Tarihimizde bizi uçurum başından çekip kurtarıcı zaferler vardır. Ama hiçbiri yeni felaketlere uğramaklığımıza engel olamamıştır.”

 

Falih Rıfkı’nın hayal kırıklığı orada kalmadı. Bu çağdışılığa dönüş hareketi 1960 sonrası da devam etti. 1971 Muhtırası ve arkasından 1980 darbesi Falih Rıfkı’nın öngördüğü bu tehlikenin son hızla hayata geçirilişinin son hikâyeleridir.  Bahsettiği 1908 meşrutiyetinin de gerisine düştük. Sonuç tahmin ettiği gibidir yani hüsrandır. 

“Eğer biz Atatürk’e geri dönemezsek, demokrasi devrinin alçakça hıyanetlerini çiğneyerek Atatürkçülüğü yeniden hâkim kılamazsak, milli kaderi fırsatçı politikacıların pençesinden kurtaramazsak halimiz yaman olur!” F. RIFKI ATAY

Gerçekten yaman oldu.