Siyasetçi ve sendikacı birbirlerine çok benziyorlar değil mi?
Lafa gelince; mangalda kül bırakmazlar…
Bilirsiniz biz millet olarak yıllardan beri dedemizin, babamızın partisine oy veririz, kim işaret edilirse oraya gider ‘oy’ veririz.
Hatırlayın, (hatırlamayan babasına sorsun), 1946 yıllardan sonra sistem “komünizm gelecek, din iman kalmayacak, malını, mülkünüzü alacak” diye propaganda yaparak sağ partiler oy aldılar…
“Bayrak, vatan, millet” dediler oy aldılar…
“Din, iman, başörtüsü” dediler oy aldılar…
“Benim işçim, memurum, köylüm, esnafım, vatandaşım” dediler oy aldılar…
Kitapları, filmleri, müzikleri yasakladılar….
Sol’u, sosyalizmi kötülediler.
Anarşi dediler, ‘yasak yayın’ dediler. Okutmadılar, sorgulatmadılar, daha doğrusu düşündürmediler.
Yıllarca ‘cami, kışla’ arasında siyaset yapılıp vatandaşı buna göre tercih et dediler.
Gün geldi, ‘tercihler’i değiştirdiler.
Dedim ya siz değişmediniz yani; dedenin, babanın partisine oy vermeye, işaret ettikleri adayları desteklemeye devam ediyorsunuz. Deden de yoksuldu, baban da… Sende bu yoksulluğu sürdürüyorsun.
Bu meslekte yaklaşık 45 yıl olmuş.
Basın emekçisi olarak devam ediyorum. Bu süreç içinde ‘habercilik’ alanım sendikalar, eğitim ve sağlık oldu.
Sendikaları lise döneminde tanıdım. DİSK Genel İş Sendikası üyesi babanın oğlu olarak…
Hep işçilerle birlikte oldum. Eylemlerinde, sohbetlerinde, kıraathanelerde, sendikada, meyhanede…
O günlerde sendikalar dolup taşardı…
İşçiler, sadece ücretlerden sözetmedi. Ülke ve dünya gündemini tartışırlardı.
Toplu iş sözleşmeden elde edilen ‘bir kalıp sabun’dan sözetmezlerdi.
Haklarını nasıl alacaklarını bilirlerdi.
Zaten iktidarlar hiçbir zaman ‘buyrun bu hak sizin’ demezlerdi…
İktidarlar korkarlardı sendikalardan, işçilerden…
12 Eylül’le birlikte sendikalar ve işçiler ‘verilecek hakları’ beklediler, ‘bir kalıp sabunun derdi ile uğraştılar.
Oysa o kadar hak kaybettiler ki…
‘Sarı sendikalar, sarı sendikacılar’ ortaya çıkarıldı…
Hani bugün kamu emekçileri sendikaları(memurlar) kurulduktan sonra ‘sarı’ların da ortaya çıktığı gibi…
Kalemim tuttuğu sürece bunları yazdım ve bu tür sendikacıları ve sendikaları eleştirdim. Eleştirmeye de devam edeceğim.
Son günlerde ‘sendikacı’ sözcüğü çok kullanılmaya başlanıldı….
Hatta, ‘ben sendikacıyım’ diyenler de çoğaldı…
Aslında sendikacı sıfatı onurlu bir sıfatdır…
Siz bakmayın ortalıkta çok ‘ben sendikacıyım’ diye gezenlere…
Sendikacı olmak için önce ‘sınıfı’nı bileceksin… İşçiden, emekçiden yana olacaksın…
Yani ‘taraf’ olacaksın…
12 Eylül sonrası ‘sendika ağaları da türedi… Bu tarihten sonra tarihe geçecek, işçiye, emekçiye ‘önderlik’ yapmış kaç tane ‘sendikacı’yı sayarsınız… Elinizin parmakları geçmez…
Bu yıl toplu iş sözleşme görüşmeleri yılı. Yani toplu sözleşme görüşmeleri başlıyor. İşçilerin ve ailelerinin, milyonlarca insanı etkileyecek toplu iş sözleşmeleri.
Bir tarafta işverenden yana, diğer tarafta da toplu iş sözleşme masasında işçinin isteğini dile getirmeyen sendikacı(!)lar…
Göreceksiniz sendikacıları, sözleri ile icraatlarını.. Yani sözler ve imzaladıkları sözleşmenin farkını…
“Ben sendikacıyım” demek öyle kolay bir iş değildir…
Sendikacı demek özellikle, ‘bedel’ ödemektir… İşsiz kalmak, sürgün edilmek, cezaevlerine tıkılmak demektir… Ülkemizin yakın tarihine baktığımızda böyle onurlu sendikacıları görürsünüz…
O yiğit insanlar, tarihe, yaptıkları eylemleri ile, sınıfına yaptıkları katkı ile, işçi ve emekçiye verdikleri ‘hak mücadelesi’nde önderlik yapmaları nedeniyle tarihe geçmişlerdir..
O yiğit insanlar, aldıkları maaşları, altlarındaki son model arabaları, evleri, barkları ile adları yan yana gelmemiştir…
Ortalıkta ‘ben sendikacıyım’ diyenler öncelikle işçi sınıfının ve sendika tarihini okusunlar… Okuduktan sonra bir o yiğit insanların yaptıklarını baksınlar bir de kendilerinin yaptıklarına…