Eskişehir Demokratik Kadın Platformu Adına Eskişehir Eğitim Sen Şube Kadın Sekreteri Sevgi Pervane 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle açıklamalarda bulundu. Pervane, " Kadınların kamusal alandan dışlandığı, kadına yönelik şiddetin boyutlanarak arttığı, savaşların, militarizmin, gericiliğin, şiddetin, yoksulluğun, güvencesizliğin kadınların yaşamını esir almaya çalıştığı, kazanımlarımıza dönük saldırıların hız kesmeden devam ettiği bir süreçte 8 Mart’a gidiyoruz.
Geleneksel ahlak anlayışıyla hareket ederek, patriyarkal aile yapısını sürekli olarak kutsayan, kadınları yalnızca aile içerisinde tanımlayan erkek egemen akıl ve bu anlayışla kendini var eden, eşitsizliği fıtrat olarak normalleştiren siyasal iktidarın, kadınları gün geçtikçe daha fazla ayrımcılık ve şiddete maruz bırakmasından başka bir sonuç doğurması mümkün değildir. Kimliğinin, bedeninin ve emeğinin değersizleştirilmesi ile savaşın, göçün ve ekonomik krizin en yakıcı sonuçlarını yine kadınlar yaşıyor.
Dünyada neoliberal dönüşüm süreciyle birlikte, dünya genelinde bütün emekçilerin hayatı zorlaştı. Çalışma koşulları ağırlaştı, sosyal haklar kaybedildi, güvencesiz çalışma ve sendikasızlaşma yaygınlaştı. Ve şimdi yine bir krizin, sermayenin, kapitalizmin krizinin tam ortasındayız… Ve bu kriz koşullarında bütün bu tablo daha da ağırlaşıyor. Özellikle kadın emekçiler için... Zira geçen dönem boyunca işe giriş, çalışma koşulları, ücretler ile ev ve aile sorumlulukları konusunda kadınlarla erkekler arasında var olan yapısal eşitsizlikler arttı.
Ülkemizde OECD verileri üzerinden kadın iş gücü ortalama ücret farkı, erkek iş gücüne oranla %14’lere ulaşmış durumda... Kadın emeği sömürüsü artıyor, kadınların işten çıkarılması yaygınlaştırılıyor. Kadın emekçiler için hayatı zorlaştıran faktörler, sadece istihdam süreçleriyle ile ilgili de değil. Ev içindeki kaynak bölüşümü ve iş yükü açısından da kadınların hayatı zorlaşıyor. Hanedeki yeniden üretimi sürdürmek, kamusal hizmetlerin yokluğu/özelleştirilmesi ile ailenin giderek korunaksız hale gelen bireylerinin (çocuk, hasta, yaşlı) bakımını üstlenmek düşüyor kadınların payına… Dahası kadınların bu konumu başka bir sömürü mekanizmasını harekete geçiriyor.
Kadınların evdeki rollerini ideolojik olarak yücelten muhafazakâr dinci ideoloji de “Kadının yeri evidir. Kadının kariyeri anneliktir” sözleri ve politikalarıyla krizi, kadınlar için eve dönüşe çevirirken; kimin eve gelir getirdiği, işleri kimin yaptığı, kimin işsiz kaldığı soruları etrafında oluşan gerilim hane düzeyinde kadına yönelik artan şiddetle sonuçlanıyor. Aynı zamanda tüm toplumu pasifize etmeye dönük, giderek totaliter hale gelen ideolojik ve siyasal yapı cinsiyetçiliği ve kadına yönelik şiddeti besliyor.
Kadın cinayetlerinin son 17 yılda % 1400 arttığı bir ortamda, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun uygulanmak yerine, hedef haline getiriliyor; toplumsal cinsiyete duyarlı projeler sonlandırılıyor; işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik kadınlara yaşam biçimi olarak dayatılıyor.
Diğer yandan sistematik olarak artan kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin beslendiği cezasızlık politikası da tüm hızıyla devam etmekte… İktidarın cinsiyetçi söylem ve politikalarından bağımsız olmayan eril yargı kararları, şiddeti ve istismarı meşrulaştıran yeni yasal düzenlemeler, kadınların evde, sokakta, işte daha fazla şiddetle karşı karşıya kalmasına neden oluyor.
- “Mesleğin pamuk ipliğine bağlı cümlesini duymaktan çok yoruldum.” diyen sözleşmeli öğretmenin;
- Geleceğe dair umutları kırılan gençlerin;
- Çocuklarının ısınması için saç kurutma makinesini çalıştıran kadının
intiharında,
- Patronunun… tecavüzcüsünün intihar süsü verdiği cinayette...
- Boşanmak istediği kocasının sıktığı kurşunda…
- Yalnız bindiği dolmuşta, şoförün tecavüzü ve cinayetinde...
- Adına töre denilen feodal barbarlıkta…
- Öğrencisinin üzerine boşalttığı kurşunda...
- İşinden eve dönerken geçtiği sokakta vücuduna savrulan bıçakta, baltada...
Saadet, Merve, Emine, Nadira, Şule, Ayşegül, Sibel, Nazife, Özgecan, Hasret, Güldünya, Hatice, Zeliha, Ceren, Mehtap, Emine, Ayşe Tuğba ve yüzlerce kadının ölümünden sorumludur kadın düşmanı, cinsiyetçi, muhafazakâr, ataerkil sömürü düzeni…
Biz kadınlar çok iyi biliyoruz ki, eşitlik mücadelesi yaşamsaldır, sınıfsaldır. Kapitalizmin çarkına su taşıyan toplumsal eşitsizliklerdir ve hâkimiyle, polisiyle, patronuyla, siyasetçisiyle tüm sistem bu eşitsizliği derinleştirmek için çabalıyor.
Öte yandan, tüm bu dayatmalara rağmen, Fransa’da, Şili’de, Sudan’da, İran’da, Meksika’da, Türkiye’de ve dünyanın her yerinde kadınlar ayakta...
Ülkemizde ve dünyada ataerkil kapitalist sömürünün kadınların yaşamları üzerinde yarattığı ağır tahribatların sonuçlarıyla her gün daha fazla yüz yüze kaldığımız bu süreçte kadınlar öncülüğünde gelişen kitlesel direnişler halklara ve emekçilere umut oluyor. Kadınlar baskılara boyun eğmiyor, yeryüzünün her yerinde direniyor, tarih yazıyor.
Dünyanın her yerinde kadınlar neoliberal politikalara, düşük ücrete, yoksulluğa, işsizliğe, köleliğe, savaşlara, doğa talanına, gericiliğe, karşı yükselen halk isyanlarında en önde yer alıyor; şiddete, tacize, tecavüze, mobbinge, kadın cinayetlerine karşı örgütleniyor, sokağa çıkıyor, eylemler gerçekleştiriyor.
Ve tüm dünyada, her coğrafyadan, her renkten, her dilden kadınların ataerkil kapitalizme ve yarattığı eşitsizlik, sömürü, yoksulluk ve şiddete karşı yürüttüğü mücadelenin simgesi olan bu 8 Mart’ta da dünyanın dört bir yanında alanlarda olacağız!
Çözümü erkek egemen sistemde ve bu sistemin temsilcisi olan iktidarlarda aramıyoruz. Biliyoruz ki çözüm bizim ellerimizde, çözüm biziz. Biz yaşamın yarısı, yaşamın öznesi milyonlarız, haklı olanlarız.
Sömürüsüz, savaşsız, yaşanabilir, laik, eşit ve özgür bir ülke ve yaşamdan yana tüm kadınları
8 Mart Pazar günü saat 15.00’da Espark önünde buluşmaya davet ediyoruz."