TÜRKİYE’DE GAZETECİLİK

Abone Ol

Bu yazı; sadece mesleğe yeni başlayan gazetecilere yönelik değildi. Yıllarca bu meslek içinde çalışan ‘gazeteciyim’ diye haber peşinde koşan arkadaşlar içinde yazmıştım.

ÇGD yayınlarından çıkan Çağdaş Gazeteciler Derneği eski genel başkanlarından gazeteci L.Doğan Tılıç tarafından derlenen “Türkiye’de Gazetecilik-Eleştirel bir Yaklaşım’ adlı kitabından Dr.Tarihçi-Yazar Orhan Koloğlu’nun “Babıaliden İkitelli’ye Geçerken Gazetecilik” yazısından bir bölüm sizlerle paylaşmak istedim.

Babıali döneminde, genelde gazetenin sahibi daima gazetecilikten gelmiş biriydi. Meslek dışından bile olsa, yayının başında mutlaka bir deneyimli gazeteci bulunurdu. Bu sahip çoğu zaman gazetenin başyazarı idi.

(…) 1930’lu yılların muhabirlerinin yaşam koşullarını anlamak açısından Kemal Ahmet örneği oldukça öğreticidir.

1935 yılında Kemal Ahmet adında bir gazeteci, veremden ölünce, bazı yayın organlarında gazete sahibini eleştiren yazılar görülür. Yarımay dergisinde yayımlanan yazılardan birini aktarmak konuya oldukça açıklık getirecektir.

“Ne asilzade, ne sömürücü bir göbekli ne palyaço maskesi taşıyan bir taban yalayıcı ne Marks’ın adını bilmeyen bir entelektüel(!) kadar beyinsiz; kafasını ve sözüm ona idealini asil bir acuzenin kuştüyü yatağına satacak kadar ruhsuz değildi. Fikir, nükte, duygu istismarıyla geçinenlerin medeni bir dağ başına çevirdikleri bir kaldırımda; onun baharını, neşesini ömrünü, aç bir sülük gibi senelerce emdiler. Ona 60 kuruş gündelik verdiler. Ve günde altmış çeşit yazı istediler. O kadar ki, bu gündelik onun her gün tükettiği kalemlerin bedellerini bile ödeyemedi. Onun bir eski para kesesi kadar falan midesini doyuramadılar. Fakat buna rağmen ondan her gün bir düzine insanın bir haftada başaramayacağı kadar iş istemekten utanmadılar. Ve o, memleketteki hareketsizliğin mesuliyetini kendisine yükleyen patronlarını, satış arttıran havadise doyurabilmek için yapmadık tek şey bıraktı: cinayet(…)O, kırık ayaklı gazete masasında bir tek soluğa hasret çeken hasta ciğerlerini kısa kusa öldü.”(Naci Sadullah)

(….)

Gazeteci patron ilişkisi Babıali günlerinde işte böyleydi.

(…)

Basına 150 yıla yakın bir süre yuvalık etmiş olan Babıali’den kopmalar 1980’den önce de görülmüştür.

İkitelli yapılanmasının yansıması olarak aksine bir eğilimin belirdiği görülüyor. “Ben sadece bir gazete yönetici değilim, aynı zamanda bir medya işletmecisiyim” sözleri Türkiye’nin en büyük gazetesinin genel yayın yönetmenine aittir. En büyük medya gurubunun başında bulunan bu yayında değişik yazarlar bu yaklaşımın gerekçesini de açıkladılar:

“Küresel sistemin körüklediği yeni medya düzeninde belirleyici olan, tüketicinin beğenileridir. Tüketicinin hakim olduğu bir dünya düzeninde medyanın başka türlü hareket etmesi mümkün mü?Kimliğin kişinin tükettiği malzemeye göre” belirlendiği bir dünyadayız…

“Kapitalist sistemde ahlaklı olmanın ilk şartı başkalarının gönüllü olarak satın alacağı bir mal veya hizmeti bizzat üreterek veya bu üretimi yapan kuruluşta çalışarak geçimini temin etmektir.”

Böylece hakların, özgürlüklerin tamamen gündem dışı bırakıldığı  ve basın ahlakının “kapitalist rasyonaliteye” (Kar esnasına) dayatıldığı bir anlayış egemen kılınmaktadır. Bilgi ve fikir tamamen dışlanıyor, ticari beğendiricilik mesleğin yönlendiricisi sayılıyor. Türeticinin görüşleri ve olanakları da bahis konusu değil. Tercihli yönünde sunulanların geçerliliğini kabul ettirmek için gazeteci sorumlu sayılıyor. Bu durumda, iletişim fakültelerinde öğrendikleri ya da meslek kuruluşlarının bağlı kalınmasını istedikleri ilkelerin geçerliliği yok olmakta, gazeteci sadece patronunun gereksinmelerine uymakla yükümlü olmaktadır.  

(….) Babıali basını belki en ideal basın değildi ama bu kadar çarpık da değildi. En azından bir Uğur Mumcu’su bir Abdi İpekçi’si vardı.

Bu kitabın başta İletişim Fakültesi’nde bir ders kitabı olmalı, gazeteci örgütleri üyelerine bu kitabın edinmesi konusunda çaba göstermeli.  Gazeteciyim diyen meslektaşlar bu kitaptan edinmeli ve okuması gerekir.