Bir çok ülkede, cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekili, siyasi parti liderleri, bürokratlar büyük şirketlerin başında bulunan genel müdürlerin; kendileri hakkında ‘yolsuzluk, rüşvet, görevi ihmal, görevde başarısızlık hatta sorumlu olduğu birimlerindeki herhangi bir olumsuzluk karşısında istifa ettiklerini televizyonlarda izledik, gazetelerde okuduk.
Niye bir çok ülkede, yukarıda saydığımız nedenler nedeniyle istifa edip, yargılanıyorlar…
Ancak bizim ülkemizde bunu göremiyoruz.
Bazılarına göre bizde ‘istifa geleneği’ yok…
Diğer tarafta da adları bir çok olaya karışmasına rağmen iktidar veya muhalefet yöneticilerimiz de yargının önüne çıkmamak için her türlü yolu yöntemi deniyorlar.
Bunun nedenlerinden birisi de toplumun bakışı çok önemli.
Bir partinin liderlerinin önemli yerlerindeki kadrolarının adlarının karışmasına rağmen oy verenlerin ‘aklanıp, gelin. Yapmazsınız oy vermeyiz” diyememelerinden de kaynaklanıyor.
12 Eylül’le birlikte liberal ekonomik politikalarının uygulanmasıyla birlikte adeta ‘bizim hırsızımız senin hırsızımız” anlayışını da getirdi.
Hatırlarsanız; bu ülkeyi yönetenlerin içinde yer alan bazı yöneticiler hakkında çok büyük iddialarda bulundu. Kimisi kendisi hakkında kimisi, yakınları, yeğenleri, çocukları,…
Değişen bir şey olmadı.
Bankaların içi boşaltıldı, hayali ihracatlar yapıldı.
Ülkeyi yönetmeye başladıklarından birkaç yıl sonra birden mal varlıklarında inanılmaz bir artış oluyor. Evler, hanlar, yatlar, araziler, bankalarda trilyonlarca parası olan bir kişi haline geliyor.
Bu kadar iddialarına yanıt vermezler, mal varlıklarına nasıl elde ettiklerini açıklamazlar ama insanlara ya ‘masal’ anlatırlar ya da ‘ gündemi farklı bir alana yönlendirirler.
Buna rağmen kimse ‘bunları bu kısa sürede nasıl yaptın’ diye sormuyor?
Bunları gündeme getiren gazeteciler, yazarlar, aydınlar ve hak arayan kişilere ‘hayatı zehir hale’ getiriliyor.
Yolsuzluklar, hırsızlıklar, rüşvetler gündeme geldiğinde hemen ‘şakşacılar’ gündemi değiştiriyorlar.
Bu ülkede yıllarca yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, adam kayırma ve büyük iddialar karşısında bile sorumlular istifa etmiyor, yargı önüne çıkarılmıyorsa, vatandaşlar da bu olaylara böyle duyarsız kalıyorsa önümüzdeki yıllarda da bu olayları yaşamaya, tartışmaya devam ederiz.
Önce bir fıkra sonra Nazım’dan bir şiir….
“Annesinin kaç evlilik yaptığını merak eden oğlu;
-Anne, babam kaçıncı kocandı? Diye sormuş.
Annesi, oğlunun sorusunu şöyle yanıtlamış;
-Ah oğlum ahhh! Ali, Veli, Selami, Üç de ondan evveli. Recep, Şaban, Ramazan, bir de rahmetli baban. Koca yüzü mü gördü yavrum anan.”
Nazım Hikmet’in bir şiiri ile yazımı sonlandırıyorum:
“(..)hani şu derya içre olup/ deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf./ Ve bu dünyada, bu zulüm/ senin sayende./ Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer/ ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/ kabahat senin,/ — demeğe de dilim varmıyor ama —/ kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”