YARIŞ BİSİKLETİ
Espark’ın önünde pek çok bisikletin park edilmiş
olduğunu gördüm. Anlaşılan gençler bisikletle gelmişler,
oraya park etmişlerdi. Dikkat ettim bisikletlerin yarış
bisikletlerinden farkı yoktu. Gidonları düz, vitesli ve
hepsi de yalındı! “Yalındı” demem; çamurlukları ve fazla
aksesuarları yoktu.
Espark’tan sonra geldim oturdum Alara’da. Çayımı
yudumlarken Aydın bey geldi. “Hoş-beş” derken
mevsimi olmamasına rağmen bisiklet konusuna girdim.
Cebimden not defterimi çıkarıp ilerde bir gün
çocukluğumda yaşadığım bisiklet sendromunu yazmayı
not düştüm.
Derken düştüğüm notu Aydın Bey ile paylaşıma geçtim.
Evet, bunu O’na da anlatmalı, sonra yazmalıydım.
Beni sabırla dinledi Aydın kardeşim. Gülerek tepki
gösterdi, “Mutlaka yazmalısın” dedi.
Pazar gününe yarım sayfalık anı yazmam gerekiyor ve
ben şu bisiklet anımı yazıyorum şimdi.
İlkokulu başarıyla bitirmiştim. Dolayısıyla başarımın bir
karşılığı olmalıydı. Örneğin bir bisiklet…
O yıllarda ne olmuştu da piyasa bisiklete boğulmuştu
acaba? Belki de bir modaydı çocuğa bisiklet almak, belki
de ithalatın cilvesiydi; her neyse…
Diplomamızı babamızın önüne koyduk, çarşıya taşıdık…
Yanımda kardeşim var. Karşımda rahmetli İhsan
Dağdeviren’in dükkânının önünde satılık bisikletler
duruyor. Gözüm onlarda. “Automoto” markalar vitesli,
hele şu grisi bana layık!
Babamızda tık yok. Gözünün içine bakıp, bekliyoruz.
Mum direk olduk, bekledik durduk. Geçen zamanın bana
yıllar gibi uzun geldiğini sanıyorum. Geride annemin de
bir etkisi var, ama babam otorite…
Uzun bir bekleyişin sonunda babam çıktı gitti
dükkândan. Ah! Böyle dönüş, eli boş ve Tan Kahvesine
doğru…
77
Babam Hikmet Tozman’ın acentasına da göz atıp tekrar
Automoto’nun önüne geldi; kısa keselim, o gönlümdeki
bisikleti sürükleyip önüme çekti!
Eskiden böyle denirdi, “altına bir araba çekmek” gibi…
Aldık, ikindiden önce eve getirdik, tembihlenmiştik,
binmeyecektik. Ertesi günü, yani Pazar günü
binebilecektik…
Bisikletin selesinin ardındaki çantadan anahtarlar çıktı.
Hazır anahtar varken bir şey yapmalıydık. Bisikleti
taşlıkta baş aşağı yaptım. Elime aldığım anahtarlarla
aksesuar ve kullanım fazlalıklarını söktüm. Farları ve
dinoması dahil her fazlasını yanına yatırdım.
Canım gıcır bisiklet, yarı yarıya hafiflemiş, ortaya bir
yarış bisikleti çıkmıştı…
Artık, tüm bisikletlileri geçmem mümkündü.
Mutluydum…
Gece geç geldi babam. Ve ertesi Pazar sabahı bana sert
bir emir verdi. “Getir şu velespiti!”
Bahçeye çıktık beraber. Duvara dayadığım bisiklete,
şöyle bir baktı. Gözlerini fal taşı gibi açıp söylendi, “Ne
olmuş buna?”
“Yarış bisikleti yaptım,” yanıtıyla beraber olan oldu…