Bu sayıyı okuduğunuzda 97 yıllık Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümünü kutlamış ve kurucusu bir büyük faniyi de 10 Kasım’da 82. ölüm yıl dönümünde anıyor olacağız. O fani ki 57 yıllık kısa ömrünün tamamı savaşlar ve memleketi için mücadeleyle geçmiş, hulasa tüm ömrünü ülkesine adamış ve bundan hiç şikayet etmemiş bir “Ata” dır, “Atatürk” dür... Cumhuriyetimizin kuruluşu ve o’nun zamansız ölümü, 20 yüzyıla damgasını vurmuş bir insan olarak dünyada büyük yankılar uyandırmıştır.
Atatürk’ün “Benim en büyük eserimdir” dediği Cumhuriyet fikri, aklına birdenbire gelmiş veya vahiyle inmiş bir ideal değildi. Fransız ihtilalinden bu yana tüm dünyada beliren özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve adalet talebi, elbette okuyan düşünen ve anlamaya çalışan bir insan olarak onu da etkilemişti. Cumhuriyet fikri o’nun icat ettiği bir yönetme biçimi de değildi. Birinci dünya savaşı bir anlamda imparatorlukların yıkılış, ulus devletlerin kuruluş ve yeni Cumhuriyet rejimlerinin öyküsüdür.
Mustafa Kemal 1919 da Samsun’a çıktığında dünyadaki manzara şudur ;
Rusya’da Romanov hanedanı devrilmiş ve imparatorluk topraklarında Rus Cumhuriyeti, Ukranya, Finlandiya, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan Cumhuriyetleri kurulmuştu. Bunlar daha sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliğini oluşturacaktır.
Savaştan yenik çıkan Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda Habsburg Hanedanı devrilmiş imparatorluk Çekoslovakya, Polonya, Avusturya Cumhuriyetlerine bölünmüştü. Hohonzoller hanedanının egemenliğindeki Almanya’da, savaş sonunda önce Bavyera Cumhuriyeti kurulmuş daha sonra Weimar Cumhuriyeti olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Mustafa Kemal Erzurum Kongresini gerçekleştirdiği sırada Almanya cumhuriyet rejimine geçişi tamamlamıştı. Bu kaçınılmaz kaderin, zaten bir enkazdan ibaret Osmanlı İmparatorluğuna uğramaması mümkün değildi. Er veya geç, gerçekleşecekti.
24 Ağustos 1919’da yani Samsuna çıkışından 3 ay sonra Paris’in Le Temps gazetesi “Mustafa Kemal’in Anadoluda bağımsız bir Cumhuriyet kurabileceğini “ yazmıştı. Eski sadrazamlardan Ali Rıza Paşa Sivas kongresinden sonra geleceği sezmiş “Cumhuriyet yapacaklar, cumhuriyet !!” demişti. Bu noktadan sonra düşünülmesi gereken nasıl bir Cumhuriyet olacağıydı. Batıdan farklı olarak Osmanlı, geriye sadece yıkılmış bir ülke değil aynı zamanda, Arap kültür emperyalizminin hakim olduğu, geri bıraktırılmış, ihmal edilmiş, yoksul bir halk kitlesi bırakmıştı.
Bizim en büyük şansımız; Allah’ın bir lütfu olarak, Atatürk gibi çağdaş, batı uygarlığından esinlenmiş, bilimin, aklın ve düşüncenin hakim olduğu, hurafelerden ve bezirgan, sömürgen softaların olmadığı, laik, evrensel hukuk değerlerinin esas alındığı, sosyal hukuk devletini hayata geçiren bir liderin olmasıydı. O, asla batıcı olmadı ama ilim, fen ve aklın öne alındığı batı düşünce felsefesini, Türklerin kadim kültürüyle birleştirerek eşsiz bir model yarattı. Ve bizleri asıl tehlikenin batıdan geleceğini, yani emperyalizm emelleri konusunda hep uyardı. Gençliğe hitabesi bu fikre dayalı bir manifestodur, bir devrim bildirgesidir.
10 Kasım 1938’de hayata gözlerini yumduğunda, Dışişleri Bakanlığı tüm dünyaya ve konsolosluklara şu telgrafı çekiyordu ;
“1-Atatürk bu sabah dokuzu beş geçe vefat etmiştir. Hükümetin bu konuda neşrettiği beyanname 2. Maddede aynen maruzdur.
2-Müşavir ve müşavir tabiplerin neşredilen son raporu Atatürk’ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir. Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk Milleti ulu şefini, insanlık büyük bir evladını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak bu, tarife sığmayan ziyaından dolayı en derin taziyetlerimizi sunarız. Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak onun büyük eserine bağlılıkla ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki ölmez olan onun büyük eseri Cumhuriyet Türkiye’sidir. Hükümetimiz bu güne kadar olduğu gibi dikkatle vazifesinin başındadır. Müesses olan nizamı ve vaziyeti idare hususunda büyük Türk Milleti’nin hükümeti ile tek vücut olarak teyit ve temin edileceğine şüphe yoktur…”
Bir çok aydın bu kadar köklü bir değişimin ve devrimlerin onun ölümüyle birlikte yaşayamayacağı kanısındaydı. Öyle olmadı. O’nun milletine, her an her dakika içinde olduğu milletinin de o’na olan sonsuz sevgisi, eserlerine olan bağlılığı, hain ve emperyal mihraklı tüm hareketlere rağmen yüz yıla yakındır diri kaldı. Geçmiş Cumhuriyet Hükümetlerinin onun devrimlerine verdiği bir çok tavize ve popülist yaklaşımlarına rağmen Atatürk sevgisi ve bağlılığı hep yaşadı, yaşayacak. Rahmetle, sevgiyle, saygıyla ve minnetle anıyorum. Yazar, şair ve hukuk adamı Mithat Cemal Kuntay’ın dediği gibi o ;
Ölümün bitmeyen ufkunda yatarken gene sağ
Bir avuç toprak olurken gene yüksek, gene dağ…