30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 91. yıldönümü kutlanıyor.
Bayram nedeniyle herkes açıklama yapıyor. Milliyetçisi, İslamcısı, Atatürkçüsü, siyasi partiler, dernekler açıklama yaptı.
Ben size bu açıklamalardan örnek vermeyeceğim.
Sadece Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'ndan bir bölüm paylaşacağım.
"sekizinci bap
26 ağustos gecesinde saatlar
iki otuzdan beş otuza kadar
ve
izmir rıhtımından akdeniz'e
bakan nefer
saat 2.30.
kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
düşman üç saatlik yerdedir
ve hıdırlık-tepesi olmasa
afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
kuzeydoğuda güzelim-dağları
ve dağlarda tek
tek
ateşler yanıyor.
(...)
sonra.
sonra, 31 ağustos günü
ordularımız izmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan
deli erzurumluydu.
devrildi.
kürek kemikleri altında toprağı duydu.
baktı yukarı,
baktı karşıya.
gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
her seferkinden kocamandılar.
ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
sonra...
sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve deli erzurumlu ölürken kederinden
yüzlerini toprağa döndüler...
solda, ilerdeydi ali onbaşı.
kan içindeydi yüzü gözü.
bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
kaçanı kovalamıyordu yalnız
ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
yaratıyordu da.
ve kılıçların,
nalların,
ellerin
ve gözlerin pırıltısı
ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
ali onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu :
«dörtnala gelip uzak asya'dan
akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...
yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...»
Şimdi Nazım Hikmet'in şiiri ile Kurtuluş Savaşı'na bakmak ve anlamak başka, bayramdan bayrama açıklama yaparak çoşku ve heyecanla bayramı kutladıklarını dile getirenlerin anlayışı başka.
Yani yıllardan beri; küresel sermaye de çoşku ve heyecanla, Cumhuriyetin bize bırakılan emanetleri, KİT'leri, elimiz kolumuz olan bazı kuruluşları, topraklarımızı satın aldılar.
Siz bayramdan bayrama konuşursanız, emperyalizm, küresel sermaye adına ülkeye gelip, kuruluşlarını, fabrikalarını, topraklarını şirketleriyle işgal ederken sessiz kalırsanız kim daha çok çoşkulu ve heyecanlı olur...
Bayramdan bayrama, mesaj yayınlamak, basın bildirileri okumak, bayrakları eline alıp yürüyerek slogan atmakla bayramı çoşkuyla kutlamak anlamına mı geliyor?
Hadi gidin bir aynaya bakın.
Bakacak yüzünüz var mı?