Türk Amerikan ilişkileri oldum olası tek taraflı emperyal ve sömürgen karakterlidir. Amerika sürekli havuç politikaları ile Türkiye’yi kullanmış ve istediğini her zaman elde etmiştir. Cumhuriyet sonrası kurulan Büyükelçi düzeyindeki ilişkinin nasıl başladığının maceralı hikayesini anlatırsak, nasıl biteceğini de belki anlarız.
“Amerika toprağına şerareli bir hava içinde ayak bastık” Bu sözler Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Amerika’nın ilk Washington Büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey’in (Mollaoğlu) gönderdiği ilk ayrıntılı raporda yazılı. Şerare “elektrik” demek . Yani Ahmet Muhtar Bey Washington’a elektrikli bir havayla ayak basmış. Tarih Kasım 1927..
Türk-Amerikan ilişkileri İmparatorluğun çöküşü sırasında 1917’de kesilmiş. Amerika 6 Nisan 1917’de Osmanlı devletinin müttefiki Almanya’ya savaş ilan edince, Babıali (Başbakanlık) 20 Nisan’da Amerika ile ilşkisini kesmiş. Ama savaş açmamış. Amerika’da Türkiye’ye savaş ilan etmemiş. Bir anlamda küsmüşler ve ilişkiler kesilmiş . Bu durum yıllarca sürmüş.
1923 de imzalanan Lozan Barış Antlaşması yürürlüğe girince , Türkiye eski düşman devletlerle yeniden diplomatik ilişkiler kuruyordu. Türk Elçileri İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan başkentlerinde göreve başlıyorlar. 1925 yılında Türkiye’nin ilişki kurmadığı tek ülke Amerika . Yani Amerika ile on yıl boyunca normal ilişki kurulmamış. Türklerle savaşan tüm ülkelerle ilişki kurulmuş hiç savaşmadığımız Amerika ile kurulmamış. Bu anormal gecikmenin nedeni Ahmet Muhtar Bey ’in dediği gibi “şerareli (elektrikli)” hava idi. Neydi bu şerareli hava ? ;
Lozan Barış Antlaşmasından (24 Temmuz 1923) ayrı olarak , yine Lozan’da 6 Ağustos 1923’te bir Ticaret ve Dostluk Antlaşması imzalanıyor. Bu antlaşma onaylanınca Türk-Amerika ilişkileri normale dönecekti. Dönmedi… Dönmedi çünkü Amerika’daki Türkiye aleyhtarları ayağa kalktılar, kükrediler,. Amerika’da yer yerinden oynadı. “Lozan Antlaşmasına Hayır !!” kampanyası başlatıldı. Bu kampanyalar yeni değildi. Örgütler hazırdı. Kampanya bu temele oturtuldu. Çabucak tutuldu. Mütareke yıllarında kurulan “Ermenistan Bağımsızlığı İçin Amerikan Komitesi” isimli örgüt ismini değiştirip “ Lozan Antlaşmasına Karşıt Amerikan Komitesi” oldu. Kampanyaya başka örgütler, gazeteler, ve Amerikan iç politikasına oynayan Demokrat Parti ileri gelenleri de katılınca kamu oyu ciddi bir baskı altına alındı.
Kampanyanın elebaşı James W. Gerard adında bir avukattı. Ahmet Bey bu adam hakkında şu bilgileri veriyordu ; “Newyork’un ileri gelen avukatlarından ve Demokrat Parti liderlerindendir. Hükümeti sürekli rahatsız etmek isteyen ataklığı ile tanınır. Ermeni örgütünce satın alınmış bir kişidir. Büyük savaşta Berlin’de büyükelçiydi. Türkiye’yi hiç tanımamaktadır. Rastgele karşımıza çıkmış bir şarlatandır. Aşırı İngiliz yanlısıdır. İngiliz Hükümeti kendisine nişan vermiştir. Amerika’daki Ermeni Örgütleri de İngiltere tarafından kışkırtılmakta ve paraca beslenmektedir. “
Gerard eski Ermeni Komitesinin başkanıydı. İyi konuşan Amerikalı ve Ermeni yardımcıları da vardı. Bunlardan biri Vahan Kardaşyan adlı bir Ermeniydi.
Lozan Antlaşmasına “evet” diyen Amerikalılar da vardı. Örgütlendiler bir komite kurup kampanya başlattılar. 1923-26 iki taraf arasında mücadele başladı. İki taraf da 1927 ye kadar söyleyeceğini söyledi ve sonunda söz sırası Senato’ya geldi . Washington baş konsolosumuz Celal Bey 13 Ocak 1927 de “Vaziyet lehimizdedir” dedi ama dediği çıkmadı.
Senato Türk Amerikan Dostluk ve Ticaret Antlaşması’nı reddetti. Başkonsolos bu sefer “Muahedemizin tasdik olunmadığı kemal-i teessüfle arzolunur” diyordu. Aslında 84 oy’un 50 si kabul idi ama üçte iki çoğunluk sağlayamamıştı.
Amerikan basını bu kararı “aptallık” , “dar görüşlülük”, “partizanlık” , “büyük hata”, “gaf” şeklinde yorumladı. Ama Dışişleri tasarıyı bir daha Senato’ya getirmedi.
Bunun üzerine Türkiye ile Amerika arasında diplomaside “modüs vivendi” denen bir metodu uyguladılar. Bunun anlamı “Bir devletin diğer bir devlete kesin anlaşma yapıncaya kadar aralarında kararlaştırdıkları geçici hükümler; geçici bir zaman içinde yapılan anlaşma” dır. ( Bizdeki KHK gibi bir şey) Böylece Türk-ABD ilişkileri yeniden kurulabilecekti. Öyle oldu.
Hemen Büyükelçi atama işine girişildi. Amerika Lozan’da Amerika adına gözlemci olan C.Grew’i Büyükelçi olarak atadı. Grew 21 Eylul’de Türkiye’ye geldi. Üç gün sonra Atatürk tarihi “Büyük Söylev” i Nutuk’u mecliste okurken locada C.Grew’de vardı.
Bizden de Ahmet Muhtar Bey elçi olarak atandı. Grew geldiğinde Ahmet Muhtar Bey hala Anakarada idi. Oysa karşılıklı olarak aynı gün göreve başlamaları gerekiyordu. Kasım ayı geldiğinde Grew Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın yanına çıktı.
“Kimi senatörler , Türkiye’nin Amerika Büyükelçisi nerede ? Bizim elçimiz Eylül ayında Türkiye’ye gitmesine rağmen o zamandan beri aylar geçtiği halde Türk Büyükelçisi Amerika’ya gelmedi diyebilirler. Bu durum elverişsiz tepkilere yol açabilir” dedi.
Ahmet Muhtar Bey’in kararnamesi çıkmış, Güven Mektubu’da hazırdı. Gecikme bazı idari konular dışında aslında Amerika’daki “şerareli (elektrikli) hava” yüzündendi. Şu “Modüs Vivendi” işi Amerika’daki Türkiye düşmanlarını çileden çıkarmıştı. Protesto yürüyüşleri düzenliyor , Dışişleri Bakanı Kellog’a küstahça telgraflar yağdırıyor, Senato’yu atlayarak Türkiye ile ilişki kurmanın Anayasaya aykırı olduğunu ileri sürüp tozu dumana katıyorlardı. Türk düşmanı Gerard “Beş milyon nüfuslu ilkel bir Asya ülkesi olan Türkiye’ye neden Büyükelçi gönderiyoruz ?” diye bağırıp çağırıyordu. Büsbütün gemi azıya alıp “ Ahmet Muhtar Bey Otuz bin Ermeni’nin ölümünden sorumludur, o’nun Amerikan toprağına ayak basması Amerikan halkına karşı bağışlanamaz bir hakarettir” diyordu..
Nihayet Ahmet Muhtar Bey “Leviathan” isimli bir gemi ile 28 Kasım 1928 de büyük bir uğultu ile Amerikan karasularına girdi. Amerika’daki Türk düşmanları yuvalarına çomak sokulmuş eşek arıları gibi Türk Büyükelçisinin üzerine çullanmaya hazırlanmıştı.
Ahmet Muhtar Bey ateş yağmuru altında bir düşman hattına gelip dayandığını New York limanına girince anladı. Demir atmış Leviathan gemisinde karaya çıkmak için beklerken Amerikan görevlileri geldiler. Türk Büyükelçisini tepeden tırnağa silahlı korumalarla gemiden alıp zırhlı araca bindirdikleri gibi, dört tarafını mitralyözlü motosikletliler ve otomobillerle çevirdiler ve son hızla trene yetiştirdiler. Siyaset gangsterlerinden salimen kaçırılan Ahmet Muhtar Bey, nefes alırken “Amerikan toprağına şerareli bir hava içinde ayak bastık” diyor ve “Bu tarz-ı kabul, merasim-i ihtiramkane şeklinde pek heybetli olmuştur ( Bu karşılama tarzı bir saygı merasimi şeklinde pek görkemli olmuştur) “ diye ekliyordu..
O’nun kanaatine göre ölmüş ölmüş de yeniden dirilme sırrına ermiş ve sonra şaşırtıcı inkılaplarıyla (dönüşüyle) dünyanın dikkatini üstüne çekmiş olan yeni “Türkiye” nin “dostu kadar düşmanlar peyda etmesi pek tabii idi.
Tren garındaki manzarayı Ahmet Muhtar Bey şöyle anlatıyor ;
“İstasyonda yine kesif bir kordon içinde etrafımız bütün sivil memurlarla muhat (kuşatılmış) olarak trene bindik. Bu geştgüzar (dolaşma, gezme) esnasında fotoğrafçılar her taraftan Magnezyumlar tutuşturuyorlar (o dönemin flaş modu) istasyon adeta yanıyordu. Washington’a kadar refakatimiz de bulunan bu istikbalin (karşılamanın) yalnız rüesa-yı hükümete yapıldığını (Devlet Başkanları, Bakanlar) izah ediyordu. Yani Ahmet Muhtar Bey New York’ ta bir devlet başkanı gibi karşılanmış. Orada da yer yerinden oynamış. Öyle diyor. İngiltere’nin Washington büyük elçisi durumu hükümetine “ Türk büyükelçisi 29 Kasım’da Washington’a geldi. Hayatına karşı bir suikastten korkulduğu için New York’a gelişinde silahlı ve, motosikletli bir polis filosunca karşılandı. Gelişi Mr.Gerard’ın şiddetli saldırılarına neden oldu ama bu saldırılar fazla taraftar bulmadı” diye bildiriyordu. .
Bu suikast işinde Türkiye’deki Amerikan elçisi de korkuyor 29 Kasım’da not defterine şöyle yazıyordu ; “Amerika’daki Ermeniler yaşlı Muhtar’ı haklarlarsa, benim cesedimi de buradan aldırmak için hükümet hemen bir savaş gemisi gönderebilir, çünkü öldürülmem pek uzun sürmez”
Ahmet Muhtar Bey’in kendi raporlarında suikast korkusu görülmüyor. Amerika’da kaldığı yedi yıl içinde Amerikan Hükümeti ile iyi ilişkiler kurdu. Türk düşmanlığı sönmemişse bile o “şerareli” havadan pek eser kalmamıştı artık…”
Ancaaak !! Amerika’nın sinsi yüzü göründü , Sam Baba’nın takkesi artık düştü. Umarım yöneticilerimiz şu Amerikan akrabalığında ısrar etmez ,gelecek planlarını buna göre yaparlar..
Ahmet Muhtar (Mollaoğlu) Bey 1934 yılında mebus (milletvekili) seçilerek Ankara’ya döndü ama ömrü vefa etmedi. 3 Temmuz 1934 de hayata gözlerini yumdu. Ruhu şad olsun..
(Kaynak : Bizim Diplomatlar / Bilal N. Şimşir )