Çok uzun yıllar önce doğmuşum bugün...

Her yaş aldığımda şöyle bir durup kendimi ve etrafımı gözden geçirir, geride kalan yılların bana ve çevremdekilere neler kattığını gözlemlerim. İnsanların saçmalıkları,  kadir kıymet bilmez halleri üzülmeme sebep olsa da onları uzaktan izlemeyi tercih ediyorum. Harcayamayacakları kadar para kazanmak hırsları, kendilerinden sonrakilere bırakmak için mal mülk edinmek çabaları ilginç geliyor.

'Ölümlü dünya,'  bu kavramı dile getirenler, şaşırtıcı bir şekilde kendilerine ölümsüzlük atfetmiş olarak ortalarda dolaşıyorlar.

Gördüğüm en tevekkül sahibi olanlar da, hiç inanmayanlar da böyle...

Bilgisizlik, mutsuzluk ve yalnızlık...

Bu üç kavram son zamanlarda daha bir gözüme batıyor. İnsan her geçen yıl, tek bir şey öğrense, bu elli yaşına geldiğinde 'elli şey' yapar diyorum. Ne yazık ki böyle olmuyor. Çoğunluk başkalarına odaklı yaşayıp kendi eksenleri etrafında amaçsızca dönüp duruyor.

'İnsan fasit bir daire' sözü geliyor aklıma, kim demiş hatırlamıyorum. Şişkin egolarıyla diğerlerini ezip yükselmeye çalışanlar midemi bulandırıyor. Herkesi anlamaya çalışmak yoruyor beni ve artık konuşmaya değmeyeceklere bir şeyler anlatmaktan vazgeçiyorum.

'Bu böyle, başka türlü olamaz' demeyi, içimden avaz avaz attığım sessiz çığlıklarımla susmayı öğrendiğimi fark ediyorum.

Anlam mı? Ben varsam, anlam var. İstersem bütün anlamsızlıklar bile bir anlam teşkil edebilir.

Bakıyorum da doğanın kendi içinde gereksiz olanları eleyip yok edişi gibi yakınımda bulunan bir çok kişi kendiliğinden toprağa karışıyor. Belki de bu, fazla yediklerimizi kusmak gibi bir şey, her halûkarda gereksiz olanlar otomatik olarak çıkıp gidiyorlar hayatımdan. Arkama bile bakmıyor, bakamıyorum.

Sonunda hissettiğim mi?

Bir ferahlık ki, bunun tanımı bile yok...

İlle de tanımla deseler, suyun altında nefesini tutup bir anda su yüzüne çıkıp nefes almak gibi bir şey bu, önce boğulur gibi oluyorsun, sonra rahatlıyorsun.

Önceki yaşlarımda beni üzen çok şeyin artık umurumda bile olmadığını fark ediyorum. Bundan sonrası için tek isteğim çocuklarımın yanında sağlıkla var olabilmek. Yıllar önce acımla tek başıma kaldığımda panikle, 'kendimi unutmadan onlara uçmayı öğretebilmek istiyorum,' dediğim gibi.

İşte çocuklarıma dair hissettiğim buydu ve bunu yaptım. Onlara uçmayı öğretirken kendimi de unutmadım.

Erdalcığım kulakların çınlasın, yanımdayken iyi ki her söylediğimi not etmişsin, şimdi onları tekrar okuduğumda, o günlerdeki halet-i ruhiyemi daha iyi anlıyorum. Bütün şuursuzluğumun içinde zikrettiğim ve beni hayata bağlayan, bütün o felsefik kelâmlarımı...

Sağlıkla yaşlanabilmek istiyorum ancak ihtiyarlamamak...

'Her yaşın bir güzelliği var' işte bunun sadece bir şarkı sözü olmadığını iliklerime kadar hissediyorum.

Yaş ilerledikçe biraz daha melankolik mi, olunuyor ne?

Basit şeylere bile ağladığımı fark ediyorum. Tam da son zamanlarda zor günler geçiren bir arkadaşım, bu bahsettiklerimi teyid edercesine, söyledikleriyle beni bana özetliyor:

''Nalancığım o kadar iyi görünüyorsun ki, sen bana bu zor günlerimde umut oluyorsun. Seni her gördüğümde, ‘demek ki oluyormuş,’ diyorum.  İnsan yaşadığı acılardan sonra bile böyle kalabiliyormuş, gerçi benim yaşadıklarım seninkiyle mukayese bile edilemez. Bunları iltifat için söylemiyorum.''

Adını buradan zikretmeyeceğim, o kendini ve onu ne kadar sevdiğimi biliyor. Evet, bunları duymak güzel, birilerine enerjini dosdoğru aktarabilmek, örnek olabilmek güzel, demek ki doğru yoldayım. İnsan işte, tıpkı çay gibi, yaş aldıkça demleniyor.

Yeni yaş sözümdür: Ben bu yıl kimse bilmese de kendi kıymetimi bileceğim. Kimsenin beni üzmesine izin vermeyeceğim. Kendime sımsıkı sarılıp hayatla dalga geçeceğim.

En önemlisi de geriye dönüp baktığımda ‘keşke’lerim olmayacak.

Hoş geldin yeni yaşım…

Sevgimle kalın.