Savaş, terör ve şiddet her zaman yürekeri yakar.
Emperyalizm; savaş ve sömürüden beslenir.
Demokrasi diye, barış diye, refah diye ülkeleri işgal ederler.
İşgal edilen ülkelere baktığınızda; bu ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri vardır. Hem geri galmış hem de stratjik bir konumda isen ülken işgale uygundur anlamına gelir.
Emperyalizmin doğuşundan bu yana uygulanan bir taktiktir. Bu taktiği uygulayanlarda o ülkenin işbirlikçileri, tetikçileri olur.
Ülkemizin yaşadığı bölgede savaşlar var.
Binlerce insan katlediliyor; demokrasi adına...
Emperyalist ülkeler istediklerini aldıklarında işgal ettiği ülkelerden çekilip giderler, ama kan bir türlü durmaz.
Savaş en çok kadın ve çoçuklara vurur...
'Şiddeti art, böl, parçala, insanları birbirine düşman et.
Bilirsiniz ki emperyalistler, işbirlikçileri, ırkçılar 'barış'tan çok korkarlar.
Refik Durbaş'ın 'Barış koyun çoçukların adını' şiirini anımsadım.
"(...) Savaşa karşıdır bütün çoçuklar/kışın: kar altında her sabah/ tükenip erise de solgun nefesi/ yazın: göğsü sırmalı fabrikalarda/ çarkları döndürse de yoksul alevi/ savaşa karşıdır bütün çoçuklar/ nice ölümlerden geçmişlerdir/ nice rüzgarlar içmişlerdir/ gelincik tarlası çoçuklar./ (Emek koyun çoçukların adını) Gökyüzünün penceresinden şimdi/ birkuş havalansa/ kanat çırpınışlarında/ hayatın yağlamalanmış sevinci/ -Kuş uçar rüzgar kalır.(...) (Devrim koyun çoçukların adını) Barışı sever bütün çoçuklar/ Beş taş, saklambaş, elim sende/ bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez/ barış sözcüğünün halkların dilinde (Barış koyun çocukların adını)"
Barış çığlıkları her zaman savaştan, terörden, şiddetten gelecek ölümü kaçırır.
Yazımı Ümit Çetin'in Akgün Akova'ya ithaf ettiği 'Barış nedir sevgilim' adlı şiiri ile tüm barışseverleri selamlıyorum.
"Göbek bağının kesilmesi midir annesine tutsak bir bebeğin,
akşam vakitleri bir çocuğun ışıklarla oynaması mıdır
olağanüstü hallerde,
yoksa dökülmesi midir Hayyam‘ın şarabının
Yunus’un sazına.
Balıkçıların ağlarına takılan zeytin dalıdır barış
dikenli tellerin altından süzülerek gelen.
Martıların gagalarına yapışan daha çok ekmekdir
bulutsuz pazar günlerinde yurdumun.
Karabatakların çıkıp çıkıp su üstüne
Fuel-oil yutmadıkları bir denizdir barış,
Boyacıların fırçalarını alıp alıp ellerine
İmzalarını atmalarıdır kaldırımlara
bir mayıslarda.
Barış nedir sevgilim?
Herkesin bindiği dala konmayıp
Akıma kapılması mıdır acemi bir güvercinin
Eski tren istasyonlarında.
İmamların, Sinegogların ve Papazların
Köşedeki dükkandan pişmaniye sardırıp
Beş çayına gitmeleri midir birbirlerine.
Şemsiyelerini yer ıslanmasın diye açan şairleri mi okumaktır
yoksa
koskoca bir ağaçtan aldıkları 1.sınıf hamur kağıda
emperyalizme uşaklık eden
mecmualar mı basmaktır barış,
yeşil renkli askerler yerine
sararmış çınar yapraklarının doldurduğu siperler midir yoksa
savaş meydanlarında?
Çocukken arabalı vapurlarda gazoz şişelerine ıslık fısıldayıp
Kıyıya geldiğinde de aynı sesi duyabilmektir
Kucağında torun torbayla.
Gazete sayfalarının kan damlalı haberlerini yırtarak
Uçurtmalar yapıp Hezarfen’i kurtarmaktır barış,
Orhan Veli’nin Elif-Ba yapraklarından yaptığı kayıkla
Küreksiz kalmaktır Kız Kulesi ve Üsküdar arasında.
Eğer:
içinden ve dışından görebildiğimiz bir duvarsa barış
bayram görüşmelerinde.
Vardiya dönüşleri nasırlı parmaklarının arasından sızıp giden
ucuz bir oyuncaksa
kara tenli çocukların düşünde.
Karanfilin bittiği bahçede,
insan yiyen uykusuz baykuşların
türemediği bir yerlerdeyse
ve gülümseyebiliyorsa hala bize
her günün eylül bir olması hatırına
ne duruyorsun sevgili
alıp getirsene…"