Söyleşi: Zehra Ongan
Türkiye’de medya endüstrilerindeki sahipliğin yoğunlaşmasıkonusuna dikkat çeken Özer, “Bu konu medya çeşitliliği ve demokratik söylem için bir endişe kaynağı haline gelmiştir.” dedi.
Kahramanmaraş’ta yaşanan 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki depremden geçici verilere göre yaklaşık 50 bin canın yaşama veda etmesinin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Kuşkusuz bu dönemde medyanın gelişmeleri haberleştirmesi önemliydi. Bugün sizinle geleneksel olarak tanımlanan medyanın haber sunumunu ekonomi politik bakış açısından konuşmak istiyoruz. Ama bize öncelikle haber sunumunun etik bakımdan bir değerlendirmesini yapar mısınız?
Öncelikle belirteyim ki, çocukların sunumunda etik sorunlar olabilir. Nitekim bazı olayların öznesi olarak haberde yer aldıklarında gazetelerde gözlerine bant atılan çocuklar ki bu da yeterli değil ve tartışmalıdır, televizyonda deprem haberlerinde kaynak olarak kullanılmıştır. Onların psikolojileri kaynak olmak için yeterli midir tartışılır. Bunun kendisinin tartışılması gerekirken, onların açıklamaları üzerinden değerlendirmeler yapılmıştır
Çocukların sunumundan başka sorunlu sunum var mıydı?
Vardı elbette. Zaman zaman deprem bölgesindeki yaşamın olumlu sunulduğu oldu. Örneğin çadır kentlerde yaşam alanı oluşturulmasının bir başarıymış gibi sunulması, bir kişinin kurtarılmasıyla yaratılan başarı öyküleri etik bakımdan sorunluydu. Bu tür haberler olumsuz gerçeğin üstünü örtme çabası olarak ele alınabilir. Öte yandan kurtarma anının haber değeri olmasına karşın sunulması, beraberinde getireceği olumsuz durumların varlığı nedeniyle etik bakımdan sorunluydu. Göçük altındakilere seslenmeler vs. Bu tür haberler de olumsuz gerçeğin üstünü örtme çabası olarak alınabilir. Ayrıca haber oluşturma sürecinde yıkık binalardan kalan kalıntıların üzerine çıkarak haber yapma da etik açıdan sorunluydu. İzleyicide panik havası yaratma olasılığı vardır. En önemlilerden biri de zaman zaman çok genç ve deneyimsiz oldukları belli olan muhabirler görev yaptı. Yalnızca felaket haberleri konusunda deneyimli muhabirlerin görev yapması gerekirdi. Elbette kamu yararı kişilik hakkına baskın gelir ama göçük altında henüz kurtarılan birinin haberde sunulması etik sorunları da birlikte getirdi. Nitekim mahremiyet konusu da vardı. Bunları haber kanallarının düşünmesi gerekirdi. Muhabir düşünemediyse, editörlerin görmesi gerekirdi. Ama burada belirleyici olan para denebilir. Kaldı ki, uyarıcı noktalar haberlerde az yer aldı, bunun yerine hırsızlık gibi kimliğe dayalı olumsuz durumlar sunuldu. Bu da etik açıdan sorunlu bir tutumdu.
Deprem haberlerinde kullanılan dili nasıl buluyorsunuz?
Ayrıca haberlerde kullanılan dil, sorunlu olarak değerlendirilebilir. Ceset denmedi belki ama dil çok sertti.
Bir de televizyon tartışmaları var. Bu konuda neler söylersiniz?
Televizyon kanallarının haber kaynaklarını kendi siyasi çizgilerine göre seçmesi tarafsız yayıncılık bakımından etik açısından sorun oluşturur. Bu noktayla ilgili deprem uzmanlarının dışında farklı alanlarda yer alan kaynakların çıkarılmasına farklı değerlendirmelere zemin hazırlayacağı için olumlu bakılabilir ama yandaş medyada son kertede aynı görüşü paylaşan kaynaklar konuştuğundan içerikte türdeşleşme yaşandı ve bunun da bilgide tekelleşme etkide tekelleşme yaratacağından önemli bir sorun oluşturduğu söylenebilir.
Sürekli deprem görüntüleri yayımlandı. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
Deprem bölgesinden George Gerbner bakış açısından sürekli şiddet haberleri yayınlandı. Bunun sonucu, kanıksattırma, duyarsızlaştırma gibi etkiler olabilir. Ama daha da önemlisi şiddet, toplam satış ya da reyting demektir. Bu da para demektir. Elbette sonuçta etik bakımdan sorunlu bir duruma işaret eder.
Peki yurttaş açısından sunumlar nasıl değerlendirilebilir?
Yurttaş, gerçek anlamda depremle ilgili bilgi sahibi olmalıydı.Depremde ne kadar kamu zararı oluştu; kamu binaları, kanalizasyon, yol, köprü gibi altyapı yok oldu? Ayrıca deprem hangi bölgelerde olası bir doğal afet; hangi bölgelerde depreme karşı nasıl hazırlık yapmak gerek bütün bunlarla ilgili bilgi, deprem gerçeğini kavramaya yarayacak bilgi oluşturmuş olurdu. Kısacası Türkiye deprem konusunda ne durumdadır? sorusunun yanıtını sıradan insan da bilebilirdi.Deprem aynı zamanda deprem konusunda insanlara eğitim olanağı da sunmaktadır. Örneğin haberlerde doğru bilgi verilse insanlar da bu konuda gerçek bilgi sahibi olurlardı. Yani nerelerde deprem olasılığı yüksek, deprem anında ne yapmalı? Nasıl davranmalı? Asıl bunlara yoğunlaşılmalıydı.
Medyanın, ülkeyi yönetenlerin depremle ilgili politikalarına yönelik tutumu nasıldı?
Ülkeyi yönetenler depremle ilgili doğru politika uyguladı mı, zamanında müdahale etti mi, bunun tartışması yandaş medyada yapılmadı. Yapıldığında da olumlu, meşrulaştırıcı görüşler ortaya kondu. Haberler sayesinde ülkeyi yönetenler, kurtarma faaliyetlerinde yeterli olundu mu, depremzedelere gerekli yardım yapıldı mı, depreme karşın orada yaşamayı kolaylaştıracak ne gibi önlemler alındı, depremde gerçekleşen yıkımda kamunun ihmali var mıydı… Gibi sorulara yanıt verecek bilgi elde eder ya da yanıt verir veya veremez. Kısacası bu durum ortaya çıkardı. Bunun yanı sıra, oradaki kamunun kaybı ile beşerî ve fiziki altyapı bakımından kayıplar ortaya serilmedi. Oysaki haber sayesinde yöneticiler ve insanlar, deprem sonrası oluşan konut, fabrika, kamu binaları ve altyapı gibi fiziki ve insan can kayıpları gibi beşerî sermaye kayıpları hakkında bilgi sahibi olur. Depremin gerçek maliyeti nedir bunu anlamaya çalışır. Bu sizce yapıldı mı? Hayır!
Medya tartışma yapmadı, gerçek vermesi gerekenleri vermedi” diyorsunuz ama geleneksel medyanın o dönemki yayınlarında siyasi uzmanlardan, deprem uzmanlarından geçilmiyordu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bazı uzman görüşleri sunuldu ama bir süre sunuldu. Başat konumda oldukları tartışmalıdır. Onların bakış açılarından medyanın kendisi analizler yapamadı. Özellikle iktidarın kontrol ettiği medyada depremin yarattığı yıkımın büyüklüğü ve deprem sonrası müdahalede ve depremzedelere yapılan yardımlardaki başarısızlıklar, ortaya çıkan insani sorunlar yeterince verilmedi. Depremin yarattığı travmaları önlemek adına yeterli girişimde bulunulmadı. Medya zorlamalı! Yönetenlere görevlerini anımsatmalıdır. Örneğin, depremle ilişkili dört tür insandan söz etmek gerek:
1. Deprem bölgesi ile ilgisi olmayan ama deprem konusunda bilgi sahibi olacaklar.
2. Deprem bölgesinden kökenli olup ailesinde akrabalarında kayıp yaşamayan insanlar.
3. Deprem bölgesinde olup da kayıp yaşayanlar ve
4. Bizzat depremi yaşayanlar.
Hepsinin de depremde olup bitenlerle ilgili bilgi sahibi olması, doğru bilgilendirilmesinde farklı derecelerde ve boyutlarda kamu yararı vardır.
Bölgenin durumu ortada. Sizin dediğiniz gibi medyanın da sorgulaması gerekiyor amayapılanlar ya da yapılmayanlar konusunda ekonomi politik bakımdan neyi sorgulaması gerekirdi?
Asıl sorun depremin maliyetini üstlenme konusudur. Kim üstlenecek bu maliyeti? Devlet ne yapacak? Depremin yaralarını sarmak için yıkılan evleri tekrar kim yapacak ve hangi koşullarda yapacak? Bölgenin tarımsal üretimde önemli katkısı var. Tarımsal faaliyetlerdeki aksama nasıl giderilecek? Yok olan işgücü nasıl telafi edilecek? Depremin maliyetinin kamu tarafından üstlenilen kısmı nasıl finanse edilecek? Seçenekler belli: Ya borçlanma ya ek vergi salma ya da bir şeklide yolunu bulup Merkez Bankası kaynaklarına yönelme. Ama hepsinin de alternatif maliyeti var. Borçlanma faizleri arttırarak ekonomide durgunluk yaratma, büyümeyi sekteye uğratma ve daha fazla yoksullaşma yaratma potansiyeline sahip. Ek vergi kişisel gelirlerin ve dolayısıyla da tüketimin azalması demektir. Para basarak finansman ise eninde sonunda daha fazla enflasyona ve yaşam pahalılığına neden olacaktır. Üstelik inşaat sektöründe de önemli ölçüde ithal girdi kullanılmakta ve bu da cari açığın daha fazla artması anlamına gelir. Esas kamu yararı da bu konularda halkın doğru bilgilendirilmesinde yatar. Bir diğer önemli konuda gelen uluslararası yardımların doğru yerlerde doğru şekilde kullanılıp kullanılmadığıdır. Bu konuda kamuoyunun bilgilendirilmesi, şeffaf olunması yaşamsal öneme sahiptir.
Bölgenin geleceği konusunda kaygılandığınızı anlıyoruz, ne dersiniz?
Elbette. Bu tür afetler bölgede çok ciddi kırılmalar yaratabilir. Eğer devlet zamanında ve en etkin bir biçimde bölgeyi yeniden inşa etmezse, insanlar iş ve aş bulmakta zorlanır. Zaten etkilenen iller öyle refah düzeyi çok yüksek iller değildi. Belki kısmen Hatay ve Gaziantep; biraz da Malatya ve Kahramanmaraş iyi sayılabilirdi. Yıkımla birlikte insanlar her şeylerini kaybettiler ve bu insanlara yaşamlarını sürdürebilmeleri için acilen iş ve aş gerek. Bu sağlanmazsa bölge şimdi olduğu gibi yoğun bir iç göçe konu olur; kimse oralarda yaşamak istemez, giden de geri dönmez.
Sizin görüşlerinizden medyanın deprem dönemi gerek haber gerekse de diğer tartışma vs. yayınlarında görevini yerine getirmediği gibi bir sonuç çıkıyor. Öyle mi?
Deprem haberleri gerçek bağlamlarıyla sunulmadı. Haber değerleri başka unsurlar ve görüntüler bakımından atfedildi. Başarı öyküleri yaratıldı. Medya tekelleri veya da yandaş medya ağız birliği yapmış gibi siyasal iktidara yönelik eleştiri yapma ve toplumsal görevi yerine getirme noktalarını unuttu. Politika medyayı konumlandırmasıyla kimlerin ne konuşacağı üzerinde de etkilidir. Deprem haberlerinde de öyle oldu. Bir başka boyut da haberlerin şiddet üzerinden yani olumsuzluk veya da önemlilik, beklenilmediklik, eşik gibi haber değerleri üzerinden yapılmasıdır.Ama bağlamsallık açısından haberler son derece sınırlıdır.Olay gazeteciliği yapıldı; durum gazeteciliği yapılmadı aslında… Yani olay anı verildi. Gerçek anlamda “neden ve nasıl” sorularının karşılığı verilmedi.Önemli olan da bu noktadır. Ayrıca deprem gibi önemli bir olayda kamu yararına sığınarak bu şekilde haber vermenin kendisi etik açıdan sorunludur. Bu nedenle, asıl kamu yararı ekonomi politik bakış açısından anlattıklarımdan yansımaktadır.
Kamu yararı dediniz, peki basın özgürlüğünü kullanma durumu varsa… Ya da bilgi edinme…
Basın özgürlüğü böyle kullanılmaz. İnsanların bilgi edinme hakkı bu şekilde harekete geçirilmez. Gazeteciler, gerçeklerin üzerine gazeteci olarak gidip onları ortaya sermeliydi. Bu yapılmadı ve yapılan, basın özgürlüğüne ve insanların bilme ya da bilgi edinme haklarına vurulmuş darbeydi.
Son olarak bu duruma neden gelindi, açıklar mısınız?
Türkiye’de medya endüstrilerindeki sahiplik yoğunlaşması, medya çeşitliliği ve demokratik söylem için bir endişe kaynağı haline gelmiştir. Hükümet politikası, yandaşlık üzerinden açıktan ya da gizli medya sahipliğini düzenledi denebilir. Ya da medya sahipliğini düzenleyerek yandaşlık oluşturdu. Bu politikalar, medya endüstrilerinin nasıl işlediğini ve toplumda oynadıkları rolü de etkilemiştir. Medya sahipliğini belirleyen politika aynı zamanda politikadan nasıl söz edileceğini de belirlemiş ve belli insanlar belli kanallarda programa katılmışlardır. Tutumları da yandaş olmuştur.
Verdiğiniz bilgilerden dolayı size çok teşekkür ederiz.