Yeni yıla girdik. Herkes yeni yılda umutlarının gerçekleşmesini istiyor.

İş, ekmek, özgürlük istiyor.

Terörün bitmesini, çocuk istismarının, kadın cinayetlerinin bitmesini istiyor.

İnsanlar, çevrenin, doğanın, denizlerin, nehirlerin, tarım alanlarının korunmasını istiyor.

Sömürünün, yoksulluğun, yolsuzluğun, hırsızlığın, iki yüzlülüğün bitmesini istiyor.

Temiz siyaset, temiz siyasetçi istiyor.

İnsanların, dini siyasete alet edilmemesini istiyor.

insanlar, adaletin, demokrasinin, laik ilkelerinin her anlamda işlemesini istiyor.

İnsanlar; insanca yaşabilecekleri ücretleri, yani emeklerinin karşılığını almak istiyor. Dar gelirli, emekliler kalan ömürlerinden rahatça yaşayacakları günleri istiyor.

Bazı insanlar, diğer bir çok insanların artık hayatı, siyaseti sorgulamalarını, soru sormalarını, kitap okumalarını isterken, partilere 'kulüp tutar' gibi oy vermemelerini istiyor.

Yani yeni yılda istediklerinin, umutlarının yerine gelmesi için, çalışmaları, mücadele etmeleri, hayatı sorgulamaları gerekiyor. Oturduğun yerde, isteklerin gerçekleşmez. Yani bugüne kadar yaptığı gibi yaparsan daha çok beklersin umutlarının gerçekleşmesini...

        XXX        XXX

MAKİNALAŞMAK

Makine sözcüğüne bakalım:

"Herhangi bir enerji türünü başka bir enerjiye dönüştürmek ya da belli bir etki oluşturmak için birleştirilmiş düzenekler bütünü. Makineyle gerçekleştirilen kimi ürünler ya da işlemler için ...

Makina Enerjiyi işe veya başka cins enerjiye çeviren bir düzen. Bütün makinalar bir veya birden fazla mekanizmadan meydana gelir. Fizikte makina deyince, kaldıraç, eğik düzlem, vida, tekerlek, mil ve makara gibi basit makinalar hatırlanır. Bunlardaki genel prensipler bir araya getirilerek, kompleks enerji dönüşümleri yapan lokomotif, dikiş makinası, otomobil, uçak gibi gelişmiş makinalar ortaya çıkmıştır. Halk arasında “otomobil” manasında kullanılır.

Makinalar, insan kadar eski olup, insan uzuvları, makina gibi düşünülebilir. Bunlar makinalar için orijinal modellerdir ve karmaşık yapılı makinalar da bunların geliştirilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Çok gelişmiş otomatik makinalar ve elektronik makinalar, kompüterler, görünüşte değil, fakat yaptıkları işlerde de insana çok benzerler."

Makina ve mühendisler bana hiç yabancı olmadılar..

O yüzden 'emekten' yana olmaları gerekir...

'Demokrasiden, insan haklarından' yana olmalı..

Söyledikleri ile yaptıkları örtüşmeli...

Yani benim kafamdaki makina ve mühendis böyle..

Böyle olunca da beynim 'taraflı' oluyor...

Benim sevgili kardeşim kaybettiğimiz Necmi Selamet'in 'Nazım Hikmet ve 'Makinalaşmak' konulu bir inceleme kitabı var.

O'nu anımsamadım.. Bir kez daha okudum..

Yani makinacı olmak kolay değil.

Sorumluluk ister, mücadele ister, evrensellik ister, paylaşımcılık ister, üretmek ister, hak aramak ister.

Sevgili Necmi Selamet'in bu kitabının girişinden bir bölüm sunmak istiyorum.

"(...) Makinenin kimi zaman yokluğu kimi zaman da carlığı yoksulluk nedeni oldu. (..) Gündelik ve iş yaşamında insan ve makine öylesine bütünleşmiştir ki; insan, bedensel sistemlerini, gerek parçalı ve gerekse bütünsel anlamda, mekanik sistemler ile betimlemektedir. Nazım Hikmet, 14 Aralık tarihli, Piraye'ye yazdığı 291 no'lu mektubunda şöyle diyor: 'Ben yine doludizgin çalışmaktayım. Hatta artık hastalık filan da dinlemiyorum. Motor gibi çalışıyorum.' La Mettrie'ye göre insan da bir makinedir. Makinalaşmak' tek başına yaşamın her alanını etkiliyor. Yıllar geçtikçe etkisi giderek genişliyor ve artıyor..."

 XXX       XXX

VERESİYE DEFTERİ

Muallim Ahmet Rıfkı !

Yıl 1915...

Çanakkale’de kızılca kıyametin koptuğu günler...

Aylardan Mayıs...

Vefa Lisesi Fransızca Muallimi Ahmet Rıfkı her günkü gibi mektepten içeri girer.

Selâm verir Ahmet Rıfkı ama çocuklar selâma bile karşılık vermezler!..

Ahmet Rıfkı iyice şaşırmıştır.

Arka sıralarda oturanlardan biri ayağa kalkarak; “Hocam, mahallemizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler, ama siz hâlâ buradasınız! Biz de gitmek istiyoruz, fakat yaşımız tutmuyor, söyler misiniz bize, vatanımız elden giderse sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar?”

Yaşlı gözlerle sınıftan çıkar ve mektebin idaresine dilekçesini verir.

Arkadaşlarıyla, talebeleriyle vedalaşır, evine gelir.

Ahmet Rıfkı’nın hayattaki tek varlığı yaşlı annesi Ayşe Hanımdır ve Şehzadebaşı semtindeki evlerinde beraber oturmaktadırlar.

Durumu annesine anlatır, ondan hakkını helâl etmesini ister.

Ardından mahallenin bakkalı, gün görmüş bir zat olan Selâhattin Adil Efendiye uğrar ve şöyle der:

“Selâhaddin Amca, Allahın izniyle vatanın bağrına saplanmış olan düşman hançerini çıkartmaya gidiyorum. Senden isteğim, anamı iaşesiz bırakma! Kısmetse dönüşte borcumu öderim!”

Çeşitli cephelerde savaşa katılır.

19 Aralık 1915 günü şehit olur...

Annesi haberi alır, çok üzülmesine rağmen imanı bütün bir hanım olduğundan hâdiseyi tevekkülle karşılar.

Aklına, veresiye yiyecek aldığı bakkal gelir.

“Yedi aydır senden veresiye alırız, borcumuzu verelim de oğlum borçlu yatmasın!” der.

Selâhaddin Efendi şöyle cevap verir:

“Ayşe Hanım, sen okuma yazma bilmezsin, okuma bilen bir yakınını getir de hesabı o çıkarsın!”

Bunun üzerine Ayşe Hanım, komşusunun kızı Gülşah’la birlikte dükkâna gider.

Selâhaddin Adil Efendi, “Ahmet Rıfkı” bölümünü açarak veresiye defterini Gülşah’ın önüne koyar!

Gülşah, onlara veresiye defterindeki kırmızı harflerle yazılmış satırları gösterir.

Şöyle yazıyordur defterde:

“Bu hesap Ahmet Rıfkı’nın kanıyla ödenmiştir, vesselam!”

Bu öyküyü neden köşeme koydum diye merak etmiş olabilirsiniz.

Dedim ki, yazıyı okuyanlar önce aynaya baksınlar.

Ne düşünecekler?

Sonra, ülkedeki gelişmelere baksınlar..

Bu gelişmelerde kendisinin ne kadar hakkı var...

Bu ülke için, emperyalizme karşı savaşan, canlarını yitiren, yaralanan, işkencelerde ölen bu güzel insanlara borcununuzu ödediniz mi?

Borçlusunuz bilesiniz....

     XXX       XXX

ŞİDDETLİ TOPLUM...

Artık şiddet olaylarını kanıksadık...

Gazetelerin sayfalarında her gün birkaç şiddet haberini okuyoruz..

Televizyonlarda birkaç şiddet görüntülü haberler izliyoruz.

Zaten televizyonlarımızda her gün hemen hemen her kanalda şiddet unsuru olan diziler, filmler izliyoruz...

Bu şiddet kadına yönelik daha ağırlıklı...

Öyle bir hale geldik ki 'bakmak' bile şiddete neden olabiliyor.

Oysa bizler göz göze gelerek selamlaşmayı seven bir toplumduk..

Şimdi ise bakmak suç oldu.

'Yan baktın' deyip bıçağı dayayıyor...

      XXX      XXX