Koronavirüs nedeniyle eve kapandık.
Ama fabrikalarda, günlük kazançlarını elde etmek zorunda kalan işçiler ve esnafın büyük bölümü çalışmak zorunda kaldı.
Virüse karşı emek mücadelesini sürdürdüler.
Diğer tarafta insanlar sağlıklı yaşamalarını sürdürmeleri için yaşamlarını ortaya koyan sağlık emekçileri büyük mücadelelerini sürdürüyorlar. Bu mücadele süreci içinde yaşamlarını yitiren doktor, hemşire, sağlık teknisyeni, hasta bakıcısı olan güzel insanları unutmak mümkün mü? Onların haklarını ödeyemeyiz.
Koronavirüs salgını nedeniyle oldukça zor günlerden geçerken başta sağlık çalışanları olmak üzere kamu hizmeti gören emekçiler, canları ve sağlıkları pahasına özverili bir mücadele yürütmektedir.
Sağlık hizmetleri bir bütündür ve sağlık emekçileri bu mücadeleyi kamu çalışanıyla, işçisiyle, sözleşmeli personeliyle omuz omuza yürütmektedir.
Bunları unutmamalıyız, o yüzden sağlık emekçilerinin, kamu emekçilerinin ve işçilerin hak mücadelelerinin yanında olmalıyız.
Yani balkonlara çıkıp 3 dakikalık alkışla desek olunmaz.
Hele hele sağlık emekçilerine saldıran, hakaret eden, darp eden, öldürenler ve bu insanlık dışı davranışlara karşı duyarsız olanlar hiç olmazsa bu ‘evde kaldığın’ sürece için biraz olsun düşün.
Nazım Hikmet ne güzel söylemiş;
“Küstürmeyin insanları hayata. Sonra her şeyden vazgeçiyorlar. Yaşamaktan, güzel olan her şeyden. Bir odada yalnızlığı; bir dağ başında kalmayı, bir adada mahsur kalmayı, nerede bir yalnızlık varsa onu istiyorlar. Küstürmeyin işte bazı insanları.”
“Evde kal” deyince aklıma geldi. Hiç olmazsa evde oturduğumuz süreyi; okuyarak, siyasilerin söyledikleri ile yaptıklarını değerlendirmek, sorgulamayı yapalım.
Bir de seçimlerde verdiğin bir oyun neye mal olacağını iyi düşünelim. Bir oyla insanların haklarını yenilmesine neden olabilirsin.
Yıllarca söyledik, bağırdık, yazdık: İnsanca yaşam için muhakkak “Suya sabuna dokunun” dedik.
Ne oldu; bak virüs geldi, herkes günde kaç kez suya sabuna sarılıyor…
===============
Bizim zamanımızda ‘ambulans’ yokmuş, şimdi gelmiş…
35 yıl önce gazetede çalışırken Şevki amca geldi. Kızgındı; “ Yahu nasıl olur da fark edilemez” diye haykırdı. “Ne oldu Şevki amca” dedim. “Ambulansın önüne yazıyı ters yazmışlar” diye hayıflandı. Yazının neden ters yazıldığını anlattık, sakinleşti.
Cankurtaran veya ambulans…
Babam cankurtaran derdi. Babam sağ olsaydı sorardım.
“Senin zamanında hastaların taşınması, hastanelere götürülmesi nasıl yapıyorlardı…”
Kalkıp da bana ‘leylek masalı” anlatmazdı herhalde…
================
Virüs nedeniyle işçiler ‘BAYRAMLARINI’ alanlarda kutlayamadı. Balkonlarda işçi marşlarını söylediler. Taleplerini sıraladılar.
Bir balkonda Cem Karaca’nın sesini duyuyorum; Tamirci çırağı…
"Gönlüme bir ateş düştü, yanar ha yanar yanar
Ümit gönlümün ekmeği, umar ha, umar, umar...
(.....)
Ustam seslendi uzaktan, oğlum al takımları...
(......)
İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları
İşçisin sen işçi kal..."
Bir işçinin oğlu ve basın emekçisi olarak “ Sınıfımı” onurla selamlıyorum.