Küba daki ParqueNacionalCienaga de Zapata isimli milli parkın içindeki büyük lagünün içinde dolaşmaya devam ettiğinizde, karşınıza bugün butik pansiyon olarak kullanılmakta olan, çatısı sazlarla örülmüş kulübelerle karşılaşıyorsunuz. Burası aslında bir rekreasyon bölgesi. Küba'nın ilk yerlileri olan ve “Indian” dedikleri, bizlerin Kızılderili diye tabir ettiğimiz en eski yerli toplumlarının gündelik hayatı ve kültürleri yaşatılmaya çalışılıyor.
Hikayeleri çok acıklı. KristofColomb’un Küba' yı keşfetmesiyle İspanyol sömürgesi haline gelen yerli halkın nüfusu 150.000 civarındayken, şu an yaşayan sadece 30 civarında aileden oluşan bir topluluk olduğu tahmin ediliyor. İspanyol istilacılarla karşılaştıkları güne kadar verdikleri tek savaş doğaya karşı... İnsan öldürmek üzere yapılmış hiç bir silahları olmayan bu halkın sadece av silahları geliştirdikleri biliniyor.
Kübanın keşfinden yaklaşık 30 yıl sonra İspanyol valilerinin, Cizvit papazlarının adada hakimiyet kurmak ve adaya sahip olmak üzere ordularıyla gelmesiyle birlikte yerli halkın köleleştirilmesi süreci başlıyor. Ancak o güne kadar karşılaşmadıkları bir şekilde şiddet, baskı ve tehdit ile köleleştirilen yerli halk önce Avrupa'dan gelen hastalıkların pençesinde ölmeye başlıyor. Ancak daha ilginci bu zulüm karşısında direnemeyen halk intihar etmeye başlıyor. Küba tarihinde Kızılderili halkın on binlercesinin intihar ettiği söyleniyor.
Bu bölge işte bu yerli halkın gündelik hayatından kesitler bulabileceğiniz heykellerle, çadırlarla ve kulübelerle donatılmış durumda.
İlgimizi çeken bir heykelin önünde şu yazıyı okuyoruz: ‘Youngboysplaybotos’
Botos adı verilen bir oyunun canlandırıldığı bu heykel sayesinde beyzbol un ana vatanının Küba olduğunu öğreniyoruz. Botos Kızılderililerin bitki lifleriyle örülmüş bir top ile, çocukların dirsek ve dizleriyle oynadığı bir oyun. Beyzbolun zaman içinde geliştirilmiş, değişikliğe uğratılmış bir botos oyunu olduğu bilgisini alıyoruz.
Mısır ve pirincin en önemli besin kaynakları olduğu, balık, timsah, ördek ve kuş avladıkları bu heykeller sayesinde anlaşılıyor.
Timsahların yaşadığı bu bölgede timsahlar koruma altındalar. Kontrollü bir şekilde sembolik olarak timsah etinin tadına da bakabiliyorsunuz. Doğrusunu isterseniz bizim damak zevkimize uyduğu söylenemez.
Balta girmemiş sık ormanların arasında bir başka küçük detay, ağaç yiyen karınca kolonileri dikkat çekicidir. Ağacın en uç dallarından başlayarak gövdesi boyunca köküne doğru bir ağacı tüketirler. Koloniler ağacın gövdesi üzerine taşıdıkları çamurlarla arı kovanına benzer bir yapı kuruyorlar.
Otele dönüşümüzde havananın en güzel parklarından birinde Atatürk’ün anıtı ile karşılaşmak, en heyecan verici sürprizlerden biriydi. Bununla ilgili izlenimlerimizi ise bir sonraki yazımıza saklayalım.