Şehirler; önce İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerine, sonra da gelişmiş ülkelerdeki şehirlerin sanattaki yerlerine, örgütlenmelerine bakarak gelişirler. Birbirleriyle etkinliklerden, sanatın yaygınlığına, çağdaş sanatlardaki gelişmişliğine kadar yarışmalarıdır ve sanatta gelişmişliklerini gösterir.
Şehirinizde şiir yazanlar bir araya gelir şiir etkinliği, resim yapanlar bir araya gelirler sergiler açarlar. Büyük şehirlerde sıkılmış birileri sergilerini de şehrinize getirip sergileyebilir. Böyle bir şehir kendi yağıyla kavrulan şehirdir.
Bir şehrin sanatta gelişebilmesi, başka şehirlerle boyunu ölçmesi gerekir. Yoksa Eskişehir’in 1960’lı yıllarda 2000’li yıllara kadar yaşadığı “Sanatçısı en çok göç eden şehir” durumuna düşülür.
2000’li yıllarda Eskişehir’in ülkemizde sanat merkezlerinden biri olması ve ülkemizin her şehrinden “Sanatçı göçü alan şehir” yapması, üniversitelerinde sanatın her alanında sanat eğitimi yapılması kadar, sanata önem verilen yer olması ve her düzeyde etkinliklerin düzenlenmesi ile sanatın alt yapısının bulunmasıdır.
Eskişehir’de her iki,üç günde bir sergi açılışı yapılıyor. Haftada bir iki tiyatroya, senfonik ya da başka türlerinde bir konsere gidilebiliniyor. On civarında uluslararası festivali var. Müzeleri, kütüphaneleri, kitapçı dükkanları var…
Peki nesi eksik?
Eskişehir’de sanat örgütlü değil. Örgütlü değil denilince; bir araya gelinen dernekler sanılıyor. O sivil bir araya gelme, sahiplenme, sorunlarına çözümler yaratma ortamıdır.
Eskişehir Sanat Ödülleri törenindeki konuşmam da Eskişehir’in en önemli sanat sorunu; “Eskişehir’in sanat yazarı, eleştirmeni ve sanat basınının olmamasıdır” dedim. Evet bu doğru. Sanat dergilerine, yaygın ulusal gazetelerin sanat sayfalarına, gazetelerin sanat, kitap eklerine bakıyorsunuz hep İstanbul, Ankara’daki etkinlikler, sanatçılar. Eskişehir’deki sergilerin, tiyatro oyunlarının, konserlerin, festivallerin hiçbir o sanat basınlarında yer alamıyor. Çünkü Eskişehir’de sanat yazarı, eleştirmen ve sanat basını yok…
Ali Püsküllüoğlu’nun uzun bir “Türk Romanları Dizini” ni okudum. 1930’dan günümüze kadar ülkemizde yayınlanmış romanların yıl yıl listesi, yazarları yer almış. Eskişehir’de ilk roman 1938 yılında Faruk Şükrü Yensel tarafından yazılmış, yayınlanmış “Mehmetçik” 1941 yılında yayınlanmış “Yayla Çocukları” diye iki romanı var. 1949 yılında Hıfzı Tan’ın yayınlanmış, sonra film olmuş “Fato” romanı. Vehbi Cem Aşkun’un 1962 yayınlanmış “Kader” romanı var. Listeyi uzatmak istemiyorum ama bunların hiç biri o roman dizinde yer almıyor. Bir roman mı?
Ayhan Yetkiner’in “Nasreddin Hoca’nın Torunları” ve Cumhuriyetin 50. yılında Semih Balcıoğlu ile Ferit Öngören’nin beraber yazdıkları “50.Yılnda Türk Mizahı ve Karikatürü” kitaplarında ülkemizin tüm karikatürcüleri tek tek tanıtılırken 1940’lı, 1950’li yıllarda Eskişehir’de yaşamış ama karikatürleri İstanbul’daki gazetelerde, mizah dergilerinde karikatürleri yayınlanmış, Eskişehir’de “Saksağan”,”Çimdik” gibi mizah dergileri yayınlamış Pertev Ertün, Beytullah Heper, Yılmaz Büyükerşen, Rüştü Yetilmezer’in yer almaması, adlarının geçmemesi. Vedat Günyol’un hazırladığı “Sanat ve Edebiyat Dergilerimiz” kitabında 1930’lu yıllardan beri Eskişehir’de yayınlanmış hiçbir dergiden söz edilmemesi. 1970’li yıllarda yayınlanan “Sanat Ansiklopedisi”nde Eskişehir’deki sanatçılardan hiç birinden bahsedilmemesi…
İşte bunun nedeni, hep Eskişehir’de sanat yazarı, sanat araştırmacısı, eleştirmen ve sanat basınının olmamasıdır.