Son günlerde Türkiye’de yaşanan siyasi gerilimler, özellikle belediyelere yönelik operasyonlar ve yolsuzluk iddiaları, toplumun büyük bir kesiminde adaletin siyasi amaçlarla araçsallaştırıldığı endişesini doğurdu. Yolsuzluk, ne yazık ki Türkiye’nin kronik bir sorunu olarak, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan tarihî bir miras. Peki, bu kadar derinleşmiş bir sorunun kökenleri neler? Ve adaletin terazisi, herkese eşit ölçüde tartacak şekilde nasıl dengelenebilir?
Türkiye’nin yolsuzluk karnesi
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2021 yolsuzluk raporuna göre Türkiye, 180 ülke arasında 96. sırada yer alarak, Avrupa Birliği ülkelerinin tamamından daha kötü bir performans sergiledi. OECD ülkeleri içinde 38 ülke arasında 37, G20’de ise sondan üçüncü sırada. Türkiye’de yolsuzluğu denetlemekle görevli Devlet Denetleme Kurulu, Sayıştay ve Kamu Denetçiliği gibi mekanizmalar olmasına rağmen, bu kurumların bağımsızlığı ve etkinliği tartışma konusu. Peki, bu sorunun kökleri nereye dayanıyor?
Osmanlı’da rüşvet devleti çürüttü
Osmanlı İmparatorluğu’nda yolsuzluk, özellikle 17. yüzyıldan itibaren sistemik bir hal aldı. Devlet görevlerinin parayla satılması, liyakat yerine rüşvetin geçerli olması, kamu düzenini derinden sarstı. Vergi toplayıcılar, "hediye" adı altında haraç alırken, askerlikten kaçanlar bile rüşvetle affediliyordu.
Padişahlar, bu yozlaşmayı önlemek için casuslar tutmuş, müfettişler göndermiş, hatta Tanzimat döneminde rüşveti yasaklayan kanunlar çıkarmıştı. Ancak bu önlemler kalıcı olamadı. Çünkü yolsuzluk, devletin merkeziyetçi yapısı ve denetim mekanizmalarının zayıflığı nedeniyle adeta kurumsallaşmıştı.
Eski alışkanlıklar, yeni yüzler
Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte Osmanlı’nın yozlaşmış bürokratik mirası da devralındı. Yavuz-Havuz, Bebek-Köpek davaları (siyasi?) , F-16 rüşvet skandalı, İSKİ yolsuzlukları gibi sayısız vaka, yolsuzluğun ne denli sistemik olduğunu gösterdi.
Yolsuzluğun nedenlerini incelediğimizde üç temel faktör öne çıkıyor:
- Ekonomik Nedenler: Kamu çalışanlarının düşük maaşları, enflasyon, işsizlik gibi faktörler, yolsuzluğu bir "hayatta kalma stratejisi" haline getiriyor.
- Yönetsel Zafiyetler: Denetim mekanizmalarının siyasi etki altında kalması, şeffaflık eksikliği ve teknolojik yetersizlikler, yolsuzluğu kolaylaştırıyor.
- Sosyokültürel Normlar: "Torpil", "tanıdık aracılığı" gibi kavramların normalleşmesi, rüşvetin "hediye" olarak algılanması, ahlaki erozyonu derinleştiriyor.
Adaletin terazisi dengede mi?
Yolsuzlukla mücadelenin en kritik ayağı, adaletin tarafsız ve eşit işlemesidir. Bir belediye başkanına yapılan operasyon, aynı suçlamalara maruz kalan iktidar yanlısı bir isim için yapılmıyorsa, bu durum adalete olan güveni sarsar.
Türkiye’nin yolsuzlukla mücadelede atması gereken adımlar şunlar olmalıdır:
- Bağımsız Yargı: Yargının siyasi etkiden tamamen arındırılması ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi.
- Şeffaf Yönetim: Kamu ihale süreçlerinin, devlet harcamalarının ve atamaların şeffaf bir şekilde denetlenmesi.
- Toplumsal Bilinç: Yolsuzluğun bir "çözüm" değil, toplumsal bir kanser olduğu bilincinin yerleştirilmesi.
Geleceği kurtarmak için tarihten ders almak
Türkiye, yolsuzlukla mücadelede Osmanlı’nın başarısız deneyimlerinden ders almalıdır. Tanzimat döneminde olduğu gibi, yasalar çıkarmak yetmez; bu yasaların uygulanması için siyasi irade ve toplumsal destek şarttır.
Adaletin terazisi, ancak herkese eşit tarttığında toplumun güvenini kazanır. Aksi takdirde, yolsuzluk sadece ekonomiyi değil, demokrasinin temellerini de kemirmeye devam edecektir.