Beni yakından tanıyanlar kitapları ne kadar çok sevdiğimi, gençlere ve çocuklara bir tek kitap okutabilmek için bile ne mücadeleler verdiğimi iyi bilir. Bu sebeple sık sık Anadolu'nun ücra köşelerinde görev yapan öğretmenlerle sosyal medya üzerinden irtibata geçer, görev yaptıkları okullara kitap yollarım.

Son zamanlarda Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde görevli öğretmen bir kızcağızla iletişim kurdum. Kitap ihtiyaçlarını karşılamak için kendisinin adresini aldım. Evdeki kütüphanemden ilk ve ortaokul öğrencilerinin okuyabilecekleri kitaplar seçtim. Güzel bir koli yaptım. Postaneden yollamak üzere evimden yürüyerek yola çıktım.

Postane evime çok yakın ancak bizim buralarda her taraf kentsel dönüşüme girdiğinden etraf inşaatlarla dolu. Benim iyi bildiğim eski binalar yıkılmış yerine devasa boyutlarda gökdelenler yapılmış, oldukça yabancılaştığım sokaklarda etrafıma bakınarak hayretler içerisinde yürüyorum. Sokaklara taşan inşaat malzemelerinin arasından, adımlarıma izin veren aralıklardan, seke seke pek de aşina olmadığım sokaklara girdim. Yolu karıştırdım. Çok yakınımda olduğunu bildiğim postaneye ulaşmakta güçlük çekiyorum. Kucağımdaki karton koli yaklaşık 10 kilogram kadar var. Gittikçe ağırlaşıyor. Sabahın erken saatleri olunca etrafta postaneyi sorabileceğim kimseler de yok.

Takatim tükenmek üzereyken yolun karşısında elinde çöp poşetiyle orta yaşlarda bir kadın belirdi. Yol tarifi soracağım birini görmenin sevinciyle, uzaktan kadına seslendim.

"Günaydın, postane nerede acaba? "

Kadın ona seslendiğimi  fark edince, duyarsızlıkla cevap verdi:

"Bilmiyorum."

Aldığım bu cevap beni çok şaşırttı. Çok yakınında olduğumu tahmin ettiğim postaneyi bu kadının bilmeyişini çok garipsedim. Hatta beni başından savmak için ‘’bilmiyorum’’ dediğini düşündüm. Kollarımdaki ağırlıkla sokak ortasında hangi yöne gideceğimi bilemeden kalakaldım. Ne yaparsam yapayım, önüme çıkan kapalı, çıkmaz sokaklar postaneye ulaşmamı engelliyordu.

Tam o sırada, kadına seslendiğimi ve olumsuz cevap aldığımı fark eden, oto tamircisi olduğunu düşündüğüm bir adam dükkanının kapısından başını uzattı:

"Abla, postane hemen bizim binanın arkasında kalıyor" dedi.

Hedefime kısa sürede ulaşacak olmanın huzuruyla, hızlıca binayı dolaştım. Postanenin kapısından içeri girdim.

İçeri girer girmez bir de ne göreyim!

Az evvel adres sorduğum ve bana '’bilmiyorum’' diye cevap veren kadın bankoda işlem yaptırmıyor mu? Kadın beni görünce şaşırdı, ben de şaşırdım. İşini bitirince mahcup bir şekilde yanıma geldi. Başladı konuşmaya.

"Burası PTT, siz bana başka bir yer sormuştunuz."

‘’Bu kadın ne diyor böyle’’ diye şaşkınlıktan gözlerimi pörtleterek ve ‘’benimle dalga mı geçiyor acaba’’ diye düşünerek, uzun uzun kadının yüzüne baktım. Hayır, oldukça ciddi görünüyordu. Tahammülsüz ve gergin bir şekilde konuştum.

"Hanımefendi  PTT; posta, telefon, telgraf,  yani kısaca PTT demek."

Bu sefer de o benim yüzüme, ‘’bu kadın ne diyor olabilir’’ anlamında boş boş baktı.

Hoş, onun ismini de değiştirip Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü yapmışlar ya!

Koskoca Samanyolu galaksisinde muhatap olduğum insan da böyle çıktı, ne diyeyim?

Kan ter içinde kolimi yolladım. Dışarı çıkıp derin derin nefes aldım.

Nefes alıp verirken kendime söz verdim: Umudumu yitirmeyeceğim, bu ülkenin insanları için çabalamaktan vazgeçmeyeceğim.

Suruç'taki minikler gönderdiğim kitapların bir satırını bile okusalar kâr kârdır diye düşünerek huzurla evime döndüm.

Sevgimle kalın efendim...