Evrenimizin yaşının yaklaşık 4,54 milyar yıl olduğu, yeryüzündeki yaşamın en eski kanıtının ise 3,5 milyar yıl öncesine dayandığı bilimsel verilerle saptanmıştır.

Peki ya “Özgürlük Mücadelesi?”

İlk insanların doğanın sınırlarına karşı özgürlük aramaları…

Hammurabi Mezopotamya kanunlarında yerleşik bir kurum olarak tanımlanan köleliğin ortaya çıkışı…

Kökenini doğal haklar teorisinde bulan ve 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile hukuken somutlaşan klasik özgürlük anlayışı…

1884-1886yılları arasında bakırdan Fransa tarafından yapılıp, ABD’ye hediye edilen; hikâyesi Osmanlı’ya da dayandığı söylenen, sağ elinde meşale, sol elinde hitabe tutan, 1984’de UNESCO’nun Dünya Mirası listesine giren anıtın anlamında mı saklıdır Özgürlük…

Ya da, endüstri ve ticaretin kâr hırsına karşı emeğin mi mücadelesidir?

Sözün özü; “İnsanlık tarihi özgürlük mücadelesinin hikâyesidir.”

Doğa, insan ve diğer tüm canlılar bir bütünün parçalarıdır!

Doğarak, büyüyerek, gelişerek, korunarak ve yenilenerek yaşamlarını sürdürürler. Bu yaşamsal döngüyü tahrip eden, yok eden bir özgürlük anlayışı; gerçekçilik ve küresel sürdürülebilirliğin amaçlarından uzaktır. 

Bireysel düşünüldüğünde; kendi varoluşumuzun derinliklerine yaptığımız yolculuktur özgürleşmek!

Enginde yavaş yavaş…

Lakin toplumsal bakıldığında; insanlık yararına geleceği inşa etmek kimilerine göre kolay gibi görünse de, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler adına hiç de basit değil!

Zerrin Özer’in şarkısında dediği gibi:

Hekimden sorma, çekenden sor demişler.

Acısını dertlerin, çare gösteren değil,

Çeken bilir demişler!

Epiktetos’a göre “Özgürlük, istediğimiz gibi yaşama hakkıdır.”

Victor Hugo’ya göre  “Vicdanınız temizse, özgürsünüz demektir.”

Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Özgürlük olmayan bir ülkede, ölüm ve çöküş vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.”

Peki ya size göre, Değerli Okurlarım?

Yarınlar bizim!

Henüz istila etmediğimiz yarınlarımızda sağlıkla kalın.