073F80C7 F67E 4Ee5 9D65 E58501607E94

Ülkemizin her köşesi ayrı güzel, ayrı özel...

Yeşilin, mavinin, dağın, toprağın, havanın, kadim tarihin içinde yaşayan insanlarıyla...

Samsun’a kadar gördüğüm ve bildiğim Karadeniz’in doğusuna doğru gezimize başlayalım! 

Sol yanımda engin, hırçın denizin süt liman duruşuyla; mavi, yeşil, gri tonlarının tablo misali işlendiği Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Artvin, Ardahan illeri ve irili ufaklı pek çok yerden geçiyoruz.  

Efil efil esen rüzgâr eşliğinde yol alırken, ayaklarımızı bastığımız ilk durağımız Giresun’un Görele ilçesi. Neden demeyin? 85 yıllık tarihçesi olan Görele pidesi kaynaklı! Birçok versiyonu bulunan pidenin orjinal malzemesi kıyma ile yapılanı imiş ve altı çizilirmiş. Hamuru hem çıtır çıtır, bir o kadar da yumuşak kıvamda olan peynirli, kavurmalı, sucuklu, karışık, kaşarlı, kuşbaşılı çeşitleri de mevcut. Pide tam olarak piştiğinde, ortasına; beyazından ayrılmış yumurta sarısı kırılıp, 30 sn-1 dk. daha pişiriyorlar. Yerken de; kenarından koparıp, yumurtayı patlatıp, efsane lezzetin tadına varılıyor.

Karadeniz bölgesi; Bafra, Terme, Görele, Çarşamba, Sürmene gibi pide çeşitleriyle ünlü... Eh, ardından; Karadeniz’e gelip, çay içmemek olmaz! Süzgeçsiz servis edilen çayın aroması, rengi, tadı muhteşem!

  0016Ed24 4138 4628 B6C5 Df2126152Dd4

Mevlana’nın dediği gibi: “Sen yola çık, yol sana görünür.” Bu anlamlı cümleyi hayatımızın içinde mutlaka deneyimlemişizdir. Hikâyemde bana öyle bir şey göründü ki, “Doldi da taşamadi.”   

Samsun’dan çıktığımız yolumuza revan olalım, gözlerime inanamadığım olaya da sıra gelecek!

Yüzünü tüm cömertliğiyle denize veren yerleşim yerlerinden, devasa tünellerden geçerken hava iyiden iyiye kararıyor.

Uzun ince yolun sağ şeridinde, başını ne zaman göreceğimi öngöremediğim farklı ülkelerin plakalarına sahip tırlar, gecenin karanlığında beklemekteler! 

Artvin’in Kemalpaşa ilçesine bağlı Sarp mahallesinden adını alan gümrük kapısına yaklaştığımızı anlıyoruz. Polis noktasında duruyor ve kimliklerimizi tek tek gösteriyoruz.

Bütün Kafkasya’ya ve Orta Asya ülkelerine açılan kara yolu üzerindeki Sarp, Batum’a sadece 20 km. uzaklıkta. 2011 yılından bugüne, Türkiye ve Gürcistan vatandaşları sadece nüfus cüzdanı ile geçiş yapabiliyor. Yurt dışı çıkış harç pulu 150TL. Aracınızı Türkiye tarafında bırakırsanız, otopark ücreti 24 saatlik 250TL.

Araçla geçiş yapma düşünceniz varsa, neden olmasın? Ülkenin bazı yerlerinde yoksulluk üst seviyede olduğundan, “Özel araç ile geçmeyin, hırsızlık tehlikesi var” diyenler olsa da, karar sizin! Kaldığınız otelden adımınızı attığınızda; 10-12 yaşlarındaki esmer kız çocukları etrafınızı sarıp, anlaşılır Türkçe ile yaşlarının üzerinde cümleler ve beden dilleriyle yardım talep edileceğini özellikle belirteyim.

“Selma, sen ne yaptın derseniz?” Aracı otoparka bırakıp, 100 metre ilerideki binaya girdik ve harç pulu parasını öderken, avuç içi kadar verilen kâğıttaki boşluklara isim ve kimlik numaramızı yazdık. Onaylayıp, geri verdiler. 2 dakika kadar yürüyüp, AVM girişlerindeki gibi X-Ray’den geçip, Gürcistan kısmına ayak bastık.

Orta yaşın üzerinde bir taksici yanımıza yaklaşıp, iletişim kurdu. Nereye gideceğimizi söyleyince, cevabı “30 Lari” oldu. “Türk Lirası olsa” dedik ve “400TL’ya götürürüm” dedi.

Sokak lambalarının zayıf ışığı altında; küçük sanayileri andıran virane iş yerleri, yıkılmaya yüz tutmuş, lakin oturanların olduğu alçak katlı binaların sıralandığı dar sokaklardaki yolculuğumuz 30. dakikalarında, yerini bambaşka bir dünyaya bırakıyor!

Batum.

Gürcistan’ın Özerk Cumhuriyeti Acara’nın başkenti, ülkenin 3. büyük kenti olan, M.Ö. 4. Yüzyılda Aristotales’in eserlerinde “Batusi” olarak geçen, Türkçesi derin anlamındaki şehir. En önemli geliri turizm. Özellikle hava karardıktan itibaren, neon ışıklarıyla Casino tanıtımları ve rengârenk dev ekranlardaki reklamlar, turistleri çekmek adına planlanmış. Metro Turizm, Arkas Holding gibi; inşaat, ticaret, üretim, pazarlama, turizm alanlarındaki çok sayıda Türk yatırımcı; ülkenin önde gelen girişimcileri arasında yer alıyor. Ayrıca; kentte bir Türk Bankası var. T. İş Bankası.

Alfabe Kulesi, Piazza, Batum tiyatrosu, Astronomik Saat, Ali ve Nino Heykeli, Batum Limanı ve Fener kulesi, Argo Teleferiği, Ters Ev, Avrupa Meydanı, Batum Bulvarı görülebilecek yerlerden bazıları. Geniş sahili ve masmavi denizi;  güneşlenmek, yüzmek ve zaman geçirmek isteyenler için ideal.  

Subtropikal iklimi nedeniyle meyve ve çay yetişiyor. Özellikle, limana doğru gidildiğinde, mika kaplardaki meyve çeşitleri Gürcü kadınlar tarafından satılıyor.    

Gürcistan’ın en büyük kültürel zenginliklerini barındıran diğer büyük şehri Tiflis.

Avrupa Birliği’ne aday ülke olan Gürcistan’a gitmeyi planlarsanız, 2-3 gün yeterli düşüncesindeyim.

Şimdi, vatanımıza dönüş zamanıdır! Sınır kapısına gidiş için otelimizden taksiye biniyoruz. Orta yaşın üzerindeki başka bir sürücü ile bu defa 450 liraya anlaşıyoruz. Taksimetre olmayınca...

Sürücümüz konuşkan ve ülkemizi, dilimizi biliyor. Ve başlıyor anlatmaya... “Buraya Karadeniz kıyı kesiminin adamları çok gelir, bizim Gürcü insanımızda çarşıya, pazara, satışa oraya geçerler. Türkleri, Türkiye’yi severim. Özellikle Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesini, İstanbul’u, Mersin’i bilirim. Ticaret yaptım uzun yıllar...”

Öğle saatleri...

Sınır kapısında bulunan binanın önü kalabalık, kadın yoğunluğu fazla... İçeri girip, kimlik ve avuç içi kadar olan, girişte doldurduğumuz kâğıdı tekrar onaylatıp, Duty free-gümrüksüz satış yerlerinin bulunduğu kısımda etrafa bakarken, ilkine giriyoruz. Hediyelik eşyalar, çikolatalar, parfümler ve diğerleri...

Küçük dükkânın raflarında boşluklar var, kasada genç bir kasiyer kadın, telefonuna bakıyor. 35-40’lı yaşlarda 3 kadın raflardan birinin önünde birbirlerine dönük biçimde bir şeyler yapıyorlar. Merak edip, yaklaşıyorum. Kadınlardan biri sabit duruyor; diğer ikisi, parmak inceliğindeki izolabantı kadının belinin etrafına yerleştirdikleri sigara kartonlarının üzerinde turlar attırıyorlar. Gözlerime inanamıyorum! Onlar bantı döndürdükçe, yakınlarından geçiyorum. Ve bantlanan kadın ile bilerek, göz göze geliyorum nihayet! “Ne yapıyorsunuz?” dercesine bakıyorum ve soruyorum. Sanki duvara konuşuyorum. Gözleri sabit bakıyor genç kadının, ötekilerde de tık yok! Sıkı sıkı bantlamaya devam ediyorlar...

Kasaya gidiyorum. Görevli yerinde değil. Küçük dükkânda reyon sorumlusu da yok...

O sırada dışarı çıkıyorum ve diğer Duty free’ye yakın, yere çömelmiş 65’lerinde bir adam gözüme çarpıyor. Yanında bavulu, çantası yok. Sadece dükkândan aldığı dolu bir poşet! Karton ve cam ambalajlı aldıklarına bakıyor uzun uzun. İzliyorum... Kalkıp, ilerliyor. Çıkışa gelmeden, poşetin içindeki 4 ürünü çıkarıp, tekrar tekrar bakıyor... Dükkânlardan ikincisine giriyorum. Raflarda bulunan ürünlerin çoğunun fiyat etiketleri yok! Hiç bir şey almadan yavaş adımlarla binadan çıkıyor, vatan toprağımıza ayak basıyoruz!

Toplum nereye gidiyor?

Değerli Okurlarım,

Arkanıza yaslanın lütfen.

“Dayanışmanın yok olması, üretimin zayıflaması, tüketim çılgınlığı, vergilerin artması, liyakatin dikkate alınmaması, umutların kırılması, göçün hızlanması, iblisane gurur ve kibir, gösteriş, riyakârlık bir toplumun çöküşünü göstermekte. En kötüsü de her şey normalmiş gibi bütün bunları görmezden gelen ve kabullenen toplumun olması bu çöküşünün alametleridir.”

Meşhur tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı İbn-i Haldun böyle demiş.

Günümüzde yaşadıklarımızı düşünün şimdi!

Ha bu akan dereler denizlere dolacak.

Söylesena sevdiğum sonumuz ne olacak?

Sağlıkla ve insanlıkla kalın!