Çağın gerisinde kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışmak!
Günümüzde; bilgisayara format atmak ifadesini, insanlar için kullananlar olsa da, toplumda bir anda ve kolay kolay olacak bir durum değil, çağı yakalamak ve aydınlanmak!
Bu haftaki yolculuğumuzunkahramanı Osman Hamdi Bey. Mutlaka duyanlarımız vardır, hele sanatla ilgili iseniz. İlgili değilseniz de, okudukça ilginizi çekeceğinden kuşkum yok! . Çünkü;yaptığı bir eser var ki, insanlığın sırrı onda saklı…
Osman Hamdi Bey, Osmanlı imparatorluğunun eğitim için yurt dışına gönderdiği dört öğrenciden biri. Paris’te; hukuk, arkeoloji ve resim öğrenimi görüp, 10 yıldan daha uzun süre kalıp, döndüğünde ise, eğitim ile sanatı harmanlayarak, toplumun aydınlanmasını ve bilinçlenmesini sağlamak tek gayesi.
Ayrıca; çağdaş Türk müzeciliğinin kurucusu, ilk güzel sanatlar akademisinin mimarı(Sanayi-i Nefise Mektebi), dünyaca ünlü İskender lahdini bulan ve İstanbul’a getiren kişi, Kadıköy’ün ilk Belediye Başkanı…
Çizdiği resimlerde batının oryantalizme bakışını yazmıştır adeta!
Eserleri arasında biri vardır ki; anlamı, hangi mesajları içerdiği hususunda üzerinde en çok düşünülen, yorum ve değerlendirme yapılan, en pahalı sanat yapıtları listesinde ilk sıralardan inmeyen ve Türkiye’nin Mona Lisa’sı diye bilinen, KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ.
Gelin şimdi bu meşhur resmi yakından anlayalım…
Resimdeki mekân; Bursa Yeşil Cami’nin 2. Katı. Bir yanda mavi İznik çinileri diğer yanda yıkık, dökük duvarların hâkim olduğu görüntüde, zemin ile aynı hizada yapılmış küçük pencereden sızan güneş ışığı odayı aydınlatmakta. Duvarın üzerinde bulunan alınlıkta; Arapça harflerle “Kalplerin Şifası Sevgiliyle Buluşmaktır” yazılı. Düşünceli, karamsar ruh hali ile yaşadığı zorlu yılların sırtındaki kambur gibi çökerttiği yorgun, yaşlı, sakallı bir derviş. Osman Hamdi Bey, pek çok çalışmasında olduğu gibi, kendisinin ilerleyen yıllarındaki halini hayal etmiş bu eserinde. Üzerinde kan ve ateşin rengi olan kırmızı elbise, belinde zayıflığını göstermeye yetecek kadar sıkılmış ip. Dervişler başlarında kefenlerini taşırlar beyaz bez parçasıyla, her an ölüm yanı başımızdadır, “olmak kadar yakındır ölmekte” aslında derler… Sırtında; kimine göre nakkare ya da kudüm denilen bir çeşit davul, kaplumbağanın kabuğu gibi soğuk ve cansız durmaktadır. Boynunda ise; sırtındakini çalmak için mızrap sallanmaktadır. Bana göre; sırtında taşıdığı kabuk; Keşkül-ü fukara. Ne işe mi yarar? Tekke için yaptıkları yardımları içine koyar zengin gönüllü insanlar. Bunu yaparken de; ne derviş kimlerin para koyduğunu görür, ne de yardımda bulunanlar kendilerini dervişe gösterirlermiş o yıllarda… Günün sonunda, tekkeye varan derviş, keşkül-ü fukarasını duvara asar, kimin ne ihtiyacı varsa, oradan karşılanırmış. Lale devrinde Sadabat eğlenceleri sırasında hava karardıktan itibaren, kabuklarına mum yakılarak etrafta dolaşan kaplumbağalar, saray erkânının en büyük eğlence kaynaklarından biri imiş o yıllarda… Hayvanları seven ve toplamda 6 kaplumbağam olmuş ve şu an için sadece 2 kaplumbağa sahibi bir insan olarak, biraz da bu hayvan hakkında, uygulamadaki bilgilerimi sizlerle paylaşmanın zamanı tam da bu arada gelsin…
Yavaş hareket eden, sahiplerini tanıyabilen, görme ve koku alma duyuları gelişmiş, ancak duyma duyuları zayıf, kendi aralarında sesler çıkarıp konuşabilen, birbirlerini ısırarak öldürebilen, içinde bulundukları ortamı çabuk kirleten(hele su kaplumbağası ise)sevimli hayvanlardır.Ters döndüklerinde kafalarını kullanarak dört ayak üzerine tekrar dönebilseler de, kafalarını kullanamazlarsa ölmeleri kaçınılmaz olabilir. Eserimizin yapıldığı dönemlerde; geceleri halkın eğlencelerinde görevlendirilip, gün ağarmaya başladığında önlerine atılan yeşillikler ile ödüllendirilen, her günü birbirinden farklı olmayacak düzende yönetilen kaplumbağalarımız, cahilliği, tembelliği ve değişime direnen halkı sembolize etmektedir. Resimde kaplumbağaların neden seçildiklerini, az önce söylediklerimi ve kendi düşüncelerinizi de dikkate alarak zihninizde canlandırın lütfen.
Gelelim Ney’e. Bu bölüme başlamadan evvel, isterseniz bir ney sesi açın kendinize, format attığımız bilgisayarınızdan ya da akıllı telefonunuzdan ya da size kalmış… Rivayete göre; günlerden birinde, ilahi aşkın sırrı Hz. Muhammed ‘e bildirilir. Bu sırrı ömrünün sonuna doğru, Hz. Muhammed Hz. Ali’ye söyler. Yıllar geçer gider. Öyle bir gün gelir ki, Ali’ye ağır gelir bu sır veyürür de yürür, çölde bulduğu kör bir kuyuya içindeki sırrı üfler…Kuyuya bu sır öylesine ağır gelir ki, sıcaktan çatlamış, parça parça kırılmış topraktan bir anda, su coşarak fışkırmaya başlar, çölün ortasında vaha, vahada sazlar biter boylu boyunca.Bir gün; h ayvanları ile vahaya gelen çoban, insan boyunu geçen sazların arasından birisini keser ve temizlemeye başlar içini, üzerinde 7 delik açar sonra da. Ve üflemeye başlar yaptığı kamışı. Üfler üfler hiç ses çıkaramaz. Bir an gelir ki, öyle bir an, büyüleyici bir ses yükselir çölün ortasındaki vahada. Ve sesin tılsımı o kadar etkileyicidir ki, uzaklara götürür herkesi… Neden mi? Çünkü neyin sesi; insan yaratılırken, ruhuna uzanan yoldaki, nefesin sesidir. İnsan ne zaman neyin sesini duysa, kendi sırrı kulağına fısıldanır aslında! İnsan sesine en yakın sesin ney sesi olduğu da söylenir. Bağlama çalınır, gitar çalınır, davul çalınır, flüt çalınır… Oysa ney çalınmaz, üflenir. Neyin üzerinde 7 tane delik bulunur. Ne enteresan benzerliktir ki; başımızda da 7 delik vardır. 2 göz, 2 kulak, 2 burun deliği ve 1 ağız. Osman Hamdi Bey; o dönemin insanlarına benzettiği kaplumbağaları, çağdaşlaştırma yolunda, müzik ve resim gibi sanat dallarını kullanarak bilinçlendirmeye çalışan, “Kalplerin şifasının Sevgiliyle buluşmak” olduğunu bilen, sonun yakınlığın farkında olarak, başında beyaz kefeni ile her daim hazır olsa da, yardımaihtiyacıolanlara dervişfigürü ile karşılıksız destek verip, yol gösterdiğini anlatan bir eserdir Kaplumbağa Terbiyecisi.
Ülkemizin; gelişmiş uygarlıklar seviyesinde olması, bilim, sanat, ekonomi, eğitim, sağlık, tarım gibi her alanda çağı yakalaması temennilerim ile…
Yazımı; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sanata dair bir sözü ile tamamlamak istiyorum.
“Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta Reis-i Cumhur olabilirsiniz, fakat bir sanatkâr olamazsınız” .