Bodrum'dan sık sık Milas'a, salı günleri kurulan Milas Pazarına giderim. Burası Bodrum genelinde kurulan semt pazarlarına göre hem daha ekonomik hem de daha samimi.
Bu hafta yine oradaydım.
Hemen hemen her hafta gidince bütün pazarcıları tanır oldum. Öyle ki; alışveriş yaptığım köylülerleartık her konuyu içtenlikle konuşmaya başladık. Onlarla sohbet etmeyi seviyorum. Onlar da kendileriyle konuşulmasından hoşlanıyorlar. Her sohbetimizde köylünün ve ekonomininnabzını tutuyorum. Bazen de kendimi tezgâh başında ikram edilen çayıiçerken onlarınailevi meselelerini dinlerken buluyorum.
Her hafta biber aldığım tezgâhtayım.Çiftçi İsmail her zaman olduğu gibi beni görür görmez çayımı söyledi.İnsanın güler yüzle karşılanması ne hoş, hele de pazarda. Ben biberlerimi seçerken İsmail yine,Milas'ta kirada oturacağım diye ısrar edenmüstakbel gelininden yakınmaya başladı.
''Vallahi ne yapacağız bilmem, burada en ucuz kira 10 bin liradan başlıyor. Köyde ev var, beş kuruş masraf ettirmeyeceğiz. Sebze, meyve önünde olacak. Gelin 'ben orada oturmam' diye tutturdu.''
Cevap verdim.
''İsmail,burada gençler şehir yaşantısına özeniyor. Büyük şehirlerde yaşayanlar da köylere kaçıyor.''
İsmail bezgin bir şekilde konuşmaya devam etti.
''Abla dünürlerle de konuştum. Nuh diyorlar, peygamber demiyorlar. Oğlan sanayi de çalışıyor, o kadar kira veremez.''
Sordum.
''Ah be İsmail, gelin çalışmıyor mu?''
''Ne çalışması abla, iki yıl yüksekokulda muhasebe okumuş,nerede çalışacak. Şimdi her şeyi bilgisayar kendi yapıyor.Onun yaptığı işin programı var artık, bir de ben çalışmam diyor.Ne yapacağız bilmem.''
''İşin zor İsmail…''
Sohbet ederken tek tek seçtiğim biberleri poşete dolduruyorum.
Bu pazarın İstanbul'daki semt pazarlarından en büyük farkı; istediğin her ürünü seçebiliyorsun. Bamya, taze fasulye, biber, domates ne almak isterseniz seçmenize izin veriyorlar. Bu sebeple de Milas Pazarını ayrıseviyorum.
İsmail aynı zamanda kavun da satıyor. Ben biberlerle cebelleşirken hemen yanı başımda 45 yaşlarında boylu poslu bir adamkavun seçmeye çalışıyordu.
Bir ara İsmail başka bir tezgâhtan aldığım ve pazar arabasında duran siyah üzümleri işaret ederek:
"Abla bu üzümlerden çok güzel şarap olur "dedi.
Pazar arabamım en üstünde duran kara üzümlere şöyle bir bakıp cevap verdim.
"Öyle mi İsmail,ben pek anlamam. Peki siz şarap yapıyor musunuz?''
"Yapıyoruz tabi, ablacım ben çok iyi şarap yaparım.İzmir'li bir adamdan öğrendim, mükemmel oluyor.''
''Eh, o zaman satarsanız alalım İsmail?''
''Yok abla, satmıyorum. Kendime kadar yapıyorum.''
Yanımda tek tek yoklayarak kavun seçen iri yarı adam, mekanik bir tonda konuşmaya dahil oldu.
"Ben kendi içtiğim şarabımı kendim yaparım."
Söze karışan adama cevap verdim.
"Ne güzel, bu bölgede ev şarabı yapmak yaygın sanırım."
"Evet hanımefendi buralarda hemen herkes içer ve içtiği şarabı kendisi yapar. Ben şöyle söyleyeyim. Günde iki litre şarap, bazen bir litre rakı içerim."
Hayretle adamın yüzüne baktım.
"Maazallah, bu doğru mu?"
"Doğru Hanımefendi. Eğer bira içeceksem de iki kasa içerim.Bir de köyün en fakiri benim, bak İsmail şahit söylesin."
İsmail cevap verdi.
''Doğru abla, bu çok içer ama kimseye zararı olmaz.Böyle yaşar bu, küp gibi içer. Hiç sarhoş olmaz.''
Abartılımiktarda alkol tüketmeyi sıradanlaştıran bu adama ne diyeceğimi bilemedim, konuştum.
"O zaman sizin durumunuz biraz karmaşık gibi."
"Yok hanımefendi ya, iyiyim ben,bakın ben hep böyleyim. Yani sadece uyurken içmem."
Biberlerimi aldım ve şaşkınlıktan tek kelime edemedentezgâhtan uzaklaştım.
Ne diyeyim: La havle velâ kuvvete...
Sevgiyle kalın...