Günlerden Salı, bugün Milas pazarı, malum benim alışveriş günüm. Şu hayatta en çok neyi seviyorsun diye sorsalar, hiç tereddüt etmeden ‘’Anadolu’da kurulan pazarlarda dolaşmayı’’ derim.
Son zamanlarda işlerimin yoğunluğu sebebiyle pazara eskisi kadar sık gidemedim. Sıcaklardan dolayı da pazara gidişimi bir hayli erken saate aldım. Pazara girdiğimde sabah saat 07.00 ‘yi gösteriyordu.
Çiftçi İsmail, her zaman olduğu gibi beni görür görmez ayağa kalktı. Tezgâhının arkasında bulunan taburelerden birine buyur edip diğerine de kendisi oturdu. Tezgâhtan tezgâha koşturan, tepsisindeki çay dolu bardaklar hiç eksilmiyormuş gibi görünen pazar çaycısından çaylarımızı aldı. Çayımı uzattı, önümüzde dizili dalından yeni kopmuş sıra sıra biberler ve patlıcanlara karşı sohbetimize başladık.
‘’Abla sen nerelerdesin ya, epeydir görüşemedik.’’
‘’İsmail, işlerim vardı, o sebeple pek gelemedim.’’
‘’Sen neler yapıyorsun, oğlan ne yaptı. Evlendi mi yoksa? ’’
Cevap verdi:
‘’Vallahi bizim işler hep aynı, oğlan çalışıyor. Evlenseydi haberin olurdu. Ablamı çağırmaz mıyım hiç!’’
İsmail’in samimiyeti gülümsetti beni.
‘’Sağ ol İsmail, bir mani olmazsa mutlaka geleceğim.’’
‘’Abla, bizim düğün hayalimdeki gibi olacak inşallah. Yemek, alkol, çalgı, çengi her şey fazla fazla olsun istiyorum.’’
İsmail’in içindeki coşkuya gülümseyerek karşılık verdim.
‘’Umarım her şey gönlünce olur’’
İsmail gözlerini tek bir noktaya sabitleyip devam etti.
‘’Abla bu hayatta benim kimseye zararım olmaz. Oğlanla ilgili bütün hayallerim gerçekleşsin istiyorum. Her sabah istisnasız saat beşte kalkarım. Önce tarlaya suyu veririm. Sonra tarla sulanırken çayımı koyarım. Çayım demlenirken kitabımı elime alır başlarım okumaya, komşum gelir ‘vay efendim filanca karısını her gün dövüyormuş, falancanın kızı kocaya kaçmış’ anlatır da anlatır. Ben bunları hiç dinlemem. Dedikodu sevmem. Bana kitaplarım olsun yeter. Komşumu uyarırım. ‘’Oğlum boş ver bunları, sen de oku, bulaşma kimseye’’ desem de dinlemez beni.’’
İsmail’in kitap okuduğunu duymak hoşuma gitti.
‘’Aferin sana İsmail, o zaman sana kitap getireyim. En çok ne tür kitaplar okumayı seversin?’’
Cevap verdi.
‘’Abla ben kitap seçmem, ne bulursam okurum.’’
Konuşmaya devam ettim.
‘’Bak şimdi daha bir gözüme girdin İsmail, bir sonraki geldiğimde sana seçtiğim kitapları getireceğim. Okuyan, kendini geliştiren insanlar lazım bu ülkeye.’’
‘’Sağ ol abla’’
Şimdi iznini rica ediyorum. Dönüşte biber ve patlıcan alacağım.
‘’Abla, kolay gelsin.’’
Pazarı dolaşmaya devam ettim. O sırada her hafta yumurta aldığım Fatma, o tatlı Ege şivesiyle seslendi.
‘’Ablam benim, hoş gelmişsin.’’
Cevap verdim.
‘’Hoş buldum Fatma. Nasılsın, iyi misin?’’
‘’Hiç iyi değilim. Benim kız o kadar üniversite okudu, hala iş bulamadı. Bir yerlere müracaat ediyor, biz size döneriz diyorlar ama dönmüyorlar. Biz de onu uzak yerlere yollamak istemiyoruz. Buralarda da çocuk iş bulamıyor. Abla senin tanıdığın yok mu? Bizim kıza bir iş buluversen?’’
Fatma’nın yüzüne üzüntüsünü paylaştığımı hissettirerek bakıp sordum.
‘’Fatma, senin kız ne okumuştu?’’
‘’Abla ‘Sağlık Yönetimi’ okudu.’’
Düşündüm de hayat herkes için farklı zor. Üniversite okuyana da, okumayana da…
Aklımda Fatma’nın kızı, ‘’ne olacak bu memleketin hali’’ diye söylenerek yoluma devam ettim.
Biraz ileride Zeynep, taze yeşillikleri ve gülümseyen yüzüyle tezgâh başında beni bekliyordu. Gülen bir yüz görmek umudumu tazeledi.
Umudumuz olsun, hep olsun.
Sevgiyle kalın…